24 Ağustos 2012 Cuma

AYIP ETTİN BE METİN ABİ!

Bizim ülkemiz insanlarının futbol ile ilişkisi biraz farklı. Toplumsal yapınında etkisiyle futbolcularımız pek bir garip. Yani hiç Sokrates gibi bir futbolcumuz olmadı ve Breitner gibi...Aslında neredeyse hiç dememiz gerekir. Çünkü Metin Oktay ve Metin Kurt gibi iki oyuncuyu unutmak hem onlara haksızlık olur, hem de Hakan Şükür, Emre Belözoğlu gibi adamların futbol içindeki yerlerini iyice meşrulaştırmak olur. Metin Oktay iyidi, hastı ve insandı ama Metin Kurt bambaşkaydı. Sol Kanat isimli bir bölümümüzün fanzinimizde mevcut olması nedeniyle özellikle ilgi alanımızdaydı. Kuşkusuz onun içinde Sol Kanat bölümümüzde yer ayırdık. Burada ondan bahsetmemizin nedeni bu sabah yaşama veda etmesi.


Metin Kurt sol kanattan bindirme yapan tüm yoldaşları gibi iyi futbolcuydu. Kanatları onun kadar iyi kullanan çok nadirdir ülkemiz futbolunda. Zaten bu nedenle de lakabı 'Çizgi'dir. Taraftarlar ona Çizgi Metin demişlerdir. Tabi o bunun yanında çizgide olmanın yani en uçta olmanın anlamını şöylede açıklamaktadır; "Sahada halka en yakın yer neresi? Çizgi! Bende çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalının önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım.''

Bu söyledikleri sadece sözde değildi. Ülkede ki ilk sporcu grevini gerçekleştirmiş, sporcu sendikası çalışmaları yapmış ve bunu başarmış biri olarak hayatta da egemen 'ne sağcıyım, ne solcu futbolcuyum futbolcu' değişinin de bir yalandan ibaret olduğunu kanıtlamıştır. O sendikal çalışma yapacak kadar sınıf bilincine sahip, seçimlerde Türkiye Komünist Partisi'nden milletvekili olacak kadar politiktir. Halkın yanında durması nedeniyle takımından uzaklaştırılmış, futbolun dışına atılmaya dahi çalışılmıştır. Ama o tüm bunlara rağmen dimdik ayakta kalmıştır. 

Şimdi futbolumuzdaki tüm bu kirlilik ve iki yüzlülüğü gördükçe, Hakan Şükür gibilerinin 'Büyük futbolcu' sınıfına sokulmaya çalışıldığını gördükçe Metin Kurt'un ne kadar büyük bir futbolcu olduğunu görüyoruz. Bizce büyük futbolcu hem dünyayı bir balet futbol oynasa nasıl oynardı dedirtecek kadar bu sporu güzel oynarken aynı zamanda tıp ve felsefe öğrenimi gören ve tüm bunların yanında ülkedeki demokrasi mücadelesinde saf tutan Socrates'tir. Bizce Büyük futbolcu kaleci dahil 8 kişiyi çalımlayıp gol atan ve açık sözlülükle ' Evet kokain kullandım ama hiç değilse Amerikalılar gibi binlerce masum insanı öldürmedim' diyen Maradona'dır. Bizce büyük futbolcu çeki uzatıp 'rakamı sen yaz' diyen rakip takım yöneticisine, 'bizi sevenleri üzmeyelim baba, bizi sevenlere ihanet etmeyelim' diyerek ders veren Metin Oktay'dır. Ve bizce büyük futbolcu 'düzenin spor ortamı, kitleleri yutan bir bataklıktan farksızdır. Şike, doping, siyaset, şiddet, küfür, kumar, mafya düzen sporunun gerçek açılımıdır. Kapitalist sistem sporu metalaştırmıştır, sporcuları da şovmenleştirmiştir.'' diyen Metin Kurt'tur. Hoşçakal Gladyatör, gittiğin yerde sol kanadı kullananları görürsen selam söyle...

Bİ HABER FANZİN


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

Futbolun Spartaküsünün Ardından: Metin Kurt...

"Bugünkü spor ortamında atılan her gol emekçinin kalesine girer", "Futbol borsada değil arsada güzeldir."

Bu sözlerin sahibi Türkiye futbolunun efsane isimlerinden Metin Kurt bugün yaşamını yitirdi.

“Metin’i anlatmak için azmin ve mücadelenin sözlükteki anlamına bakmak lazım. Çocukluğundan beri hayatı hep mücadeleyle geçti. Sosyalist düşünceyle tanıştığından bu yana da politik görüşlerini mücadelesine yansıttı.”

Metin Kurt’un yaşamının belli bir dönemini anlatan Gladyatör kitabının yazarı Vecdi Çıracıoğlu, sahaların fırtına açığını böyle tanımlıyor.

Atılan her gol emekçilerin kalesini girmesin diye yola çıkan Metin Kurt, mücadele dolu futbol yaşamının ardından bu sabah hayatını kaybetti. Halka yakın olduğu için çizgide oynadığını söyleyen Kurt, halkın devrimci futbolcusu olarak hatırlanacak…

O Mücadeleci Bir Futbolcuydu…
15 Mart 1948 yılında İstanbul’da doğdu Metin Kurt. Küçüklüğünden itibaren hep peşinde koştuğu meşin yuvarlak onu 1966 yılında ilk “profesyonel” transferi Altay’a taşıdı.

Kurt’un futbolun endüstriyel haline karşı ilk savaşımı daha bu zamanlar filizlenirken, Altay’ın ardından önce PTT’ye daha sonra ise yıldızlaşacağı Galatasaray’a geldi. İngiliz teknik direktör Brian Birch yönetiminde şampiyonluklar yaşayan ve takımın değişmez yıldızı olan Metin Kurt, buradaki performansının ardından Milli Takım’da da oynamaya başladı.

Buraya kadar milli takım ve Galatasaray için her şey iyi giderken, emek sömürüsüne karşı “Futbolcu sendikası” fikrini ortaya atan Kurt takımdan "aforoz" edildi. Spor emekçileri için sendikal mücadeleye başlayan Kurt, bu mücadelesinde önceleri birçok kesimden destek alsa da basın birden kulüp talimatıyla Kurt'a sırtını döndü ancak o her şeye rağmen mücadelesini sürdürdü.

Bir milli maç öncesinde tüm takım arkadaşlarının imzaladığı bir bildiriyle basının tutumunu kınayan bir bildiri hazırlayan Kurt, daha sonra Galatasaray’da uzaklaştırıldı.

İlk Sporcu Grevinde Yine Onun İmzası Vardı
Türk futbol tarihinde ilk sporcu grevini yapan Kurt, 1976’da Galatasaray’dayken Türkiye kupası finalini oynamaya hak kazanınca vaat edilen 10 bin lira primin ödenmemesi üzerine greve gitmişti. "Antrenmana katılmama"' biçiminde uygulanan greve, ünlü futbolcular Yasin, Gökmen, Büyük Mehmet de katılmıştı.

Halka En Yakın Yerdeydi Çizgi Metin…
“Futbol oyun olarak güzel, borsada kirli ve çirkin” diyen Kurt, lakabı olan Çizgi Metin’i ise şöyle açıklıyor bir röportajda:

"Halka en yakın yer neresi? Çizgi. Ben de çizgide beklerdim. Antrenör ve idarecilerin olduğu tarafta oynamayı sevmiyorum. Kapalının önünde oynamamak için bir devre sağ açık, bir devre de sol açık oynardım."


"Artık Hiçbir Şut Emekçi Kalesine Girmeyecek"
Endüstriyel futbola karşı sporcu emeği ve hakkı için mücadelesini hiç pes etmeden sürdüren Kurt, bu kez 2010 yılında başkanı olduğu Spor Emek-Sen’in kuruluşunu ilan etmiş ve şu sözleri dile getirmişti:

"Türkiye’de spor denince akla futbol; futbol denince de akla parmakla sayılabilecek sayıda elit futbolcu gelmektedir. Sermayenin uydurduğu bu sahte ortamda sporcuların örgütlenmesi ise gereksiz görülmektedir. Oysa trilyonlar kazanan elit futbolcularla, spor emekçilerinin genelini özleştirmek, sermayenin sınıf çıkarları gereği ortaya koyduğu bilinçli bir propagandadır. Bu durum spor ve sporcu gerçeğini yansıtmamaktadır.

Sporcuların gerçek durumundan yola çıkan ve emeğin öncelikli değer anlayışını benimsemiş, şimdilik bir avuç spor emekçisi sistemden kaynaklanan ve yüz binlerce spor emekçisini içine alan spordaki sömürüye son vermek amacıyla Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası (Spor Emek-Sen)’ni kurmuşlardır.

Artık hiçbir şut emekçi kalesine girmeyecek, önce sporda ter dökenler kurtulacaktır.”

"Ne sağcıyız ne solcu" demedi TKP’den aday oldu
“Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” deyişinin, sağın spor siyasetini gizlemek için uydurduğu ve piyasaya sürdüğü kuyruklu bir burjuva yalanı olduğunu söyleyen Kurt, "Gerçekte siyaset, sporun babaevidir" diyerek 12 Haziran seçimlerinde TKP’den milletvekili adayı oldu.

Kurt İçin Bir Kitap ve Bir Albüm
Hayatı boyunca hep mücadele eden ve hiçbir zaman vazgeçmeyen Kurt için Vecdi Çıracıoğlu, “Gladyatör: Futbol Arenalarında Bir İsyanın Hikayesi, Metin Kurt" adlı bir kitaba imza atarken, Kesmeşeker grubu ise son albümünün kapağına taşıdığı Metin Kurt için bir de şarkı hazırlamıştı…

İşte Metin'in Şarkısı;

Metin Kurt Yalnızlığı
Fazlalık var atalım 
Denizciler, havacılar yaptı bunu 
Sardunya kırmızı bir yüzün var 
Yola çıkalım desem yolsuzuz o başka 
Haydutlar ölmeden son bir dans / Ne dersin 
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel 
Kula kulluk etmezdin / Çok yanlış biriydin 
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel? 
Yani iki şişe ucuz şarap / Bir tarih yazabilir 
Verdiğim tüm sözler / Bir anda uçabilir 
Sıcak bir bira / Aşk sendikasında 
Metin Kurt gibi yalnızız / Ceza sahasında da 
Ne güzel, ne güzel / Ne güzel, ne güzel 
Gördüm seni cebinde / Kuşku bombasıyla 
Salıpazarı ihtişamıyla bir sofrada 
İnandığın her şeyi attığın kalbinde 
İnanmadığın her şey yedek kulübende 
Haydutlar ölmeden son bir dans / Ne dersin? 
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel 
Kula kulluk etmezdin / Çok yanlış biriydin 
Sen mi güzeldin yoksa hayat mı güzel? 
Yani ki şişe ucuz şarap / Bir tarih yazabilir 
Verdiğim tüm sözler / Bir anda uçabilir 
Sıcak bir bira / Patlat bir sigara 
Metin Kurt gibi yalnızız / Ceza sahasında da 
Ne güzel, ne güzel


Metin Kurt'un Arsından...

Bağış Erten(Radikal): Önce Lefter öldü şimdi de Metin Kurt. Ne vicdan kaldı yani ne adalet. Bu memlekette futbol sahalarında başka türlü bir dünya yaratma çabasının, aşkının ve en önemlisi zorluklarının adresi Metin Kurt artık yok. Zaten sendika da yok. Futbolun keyfi de yok. Adalet de yok, eşitlik de yok, özgürlük de yok. Şimdi kendi başımıza kaldık. Gladyatörsüz, hareketsiz, mücadelesiz. Onun ölümü bir şeye vesile olacaksa ne olur şu sendika işine vesile olsun. Ey futbolcular zincirlerinizden başka kaybedecek bir Metin Kurt'unuz vardı, onu da kaybettiniz. Hadi artık.

Mehmet Özyazanlar (Evrensel): Asıl mücadelenin sahada rakibe karşı değil, düzenin ve sporun egemenlerine karşı verilmesi gerektiğinin bilincinde olan ve bu bilinci örgütlülük çerçevesi içinde yaygınlaştırmaya çalışan bir hak ve özgürlük savaşçısı...

Dağhan Irak (Evrensel): Biz sakızcı çocukların gölgesine sığınabileceği, tüm dünyaya karşı tek başına duran abisiydi, abimizdi, yoldaşımızdı. Yanlış bir dünyada doğrusunu yaşamaya çalıştı, diz çökmeden öldü. Onun gibisinin koşu yoluna pas atacak öte alemler illâ ki bulunur da, biz bu çivisi çıkmış futbol dünyasında bu kadar yalnız ne yapacağız?

 HOŞÇAKAL SOL ÇİZGİ

"Bir süredir tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren Metin Kurt’un ölüm haberi tüm Türkiye’yi olduğu gibi bizleri de derinden sarstı.

Bundan tam 36 yıl önce, yani 1976’da, Galatasaray’da oynuyorken Türkiye Kupası finalini oynamaya hak kazandıklarında vaat edilen 10 bin TL primin ödenmemesi üzerine greve gitmişti. Spor emekçilerinin örgütlenmesi için de uzun süredir mücadelesine devam etmekteydi. En son Devrimci Spor Emekçileri Sendikası’nın kuruluşunda yer almıştı.

Metin Kurt, Endüstriyel Futbola karşı emekten yana direnişin sembolü olagelmiştir bu topraklarda. Futbolun gün geçtikçe sermayenin çarklarının sağlam bir parçası olduğu dönemlerde, bir sol açığın duruşunun neleri değiştirebileceğini görüp öğrendik ondan. Birçok kez panellerde ve sohbetlerde dinledik onu. Birlikte sendikal hakları için mücadele eden UPS işçileri için sokağa çıktık. Arena stadında kendini bilmezlerin sözlerine karşı hem İstanbul’da hem de İzmir’de bizlerle beraber sesini yükseltti.

Metin Kurt, futbolda, efendiliğiyle, dürüstlüğüyle birçok örnek futbolcu ve spor insanı kazandırmış, bu kişiler sembol isimler olmuşlardır. O, Türkiye’de ilk defa, futbolda emekçilerin haklarını savunmak için ortak bir şekilde greve gidilmesini, tüm spor branşlarında örgütlenilmesi gerektiğini bizlere öğretti. O, sadece ve sadece büyük bir futbol yıldızı olarak hatırlanabilirdi. Fakat O, yaptıklarıyla ve yapmak istedikleriyle başka bir futbolun olduğunu söyleyenlerin ve tüm emekçilerin unutulmaz efsanesi, Metin Abisi oldu.

O’nu son yolculuğuna uğurlarken mücadelesinin mücadelemiz olduğunu, her zaman spor emekçilerinin ve taraftarlarının örgütlenmesi ve hakları için her türlü mücadelenin içerisinde yer alacağımızı bildiririz.

Hoşça kal SOL ÇİZGİ…"

*Tekyumruk Galatasaray, Mavi Ateş Karabükspor, Halkın Takımı Beşiktaş, Tatangalar Sakaryaspor, Karakızıl Gençlerbirği,, Sol Açık Fenerbahce, Altay YSKA, Ya Basta Göztepe, Alkaralar Gençlerbirliği, Beleştepe Beşiktaş, Kartalspor Boranlar, Dev-Nurtepeliler, Kemenche Trabzonspor, Forza Livorno


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

Futboldan Kurtuluşun Reçetesi

Metin Kurt, Kenan Başaran'la Referans gazetesi için 23 Ocak 2010 tarihinde yaptığı söyleşide Türk futbolu ve kendisi için şu saptlamalarda bulunmuştu: "Bir sınıf bilincimiz var. Önceliğimiz tavandan tabana doğru örgütlenmek. Çaycıdan top toplayıcıya kadar bu anlamda Türkiye'de 500 bin kişi var hedefimizde... İlla da "Ardaları, Semihleri ve Nihatları" örgütleme derdind değiliz. Ama yine de onların desteğini istiyoruz. Fatih Terim , hayatı boyunca hiçbir sporcuya yanlış yapmamıştır. O da Mustafa Denizli de Şenol Güneş de bizi destekler... Bizim dışımızdakiler, profesyonel futbolcular sendikası kurmak istiyor. Ama kuramazlar. 70'lerde kurduğumuz Amatör Sporcular Derneği'nin 70 bin üyesi vardı. Bunların hepsi mi öldü? Bakın, bugün sadece işsiz antrenör sayısı 6 bin. Biz bunları örgütleyerek işe başlayacağız. 1.5 ay içinde Kocaeli, Eskişehir, Zonguldak, Ankara, İzmir, Adana ve Diyarbakır'daki sendika organizasyonu tamamlanacak. Türkiye'de sporun bir iş yasası yok. Bu iş bir sektör ve sporcu da artık bir işçi. Sporun amatörü yok ama sporcunun amatörü var. Amatör ile profesyonel aynı işi yapıyor fakat amatörün hiçbir hak hukuku yok. İlk işimiz bir yasa taslağı hazırlamak. Digiturk'ü Erman'ın gidişi değil, sendika kurtarır. Bu işe milyon dolarlar harcayan Digiturk'ün de sendikaya ihtiyacı var. Çalışanların örgütlü olmaması şike, mafya, siyaset, doping, kavga, gürültü ve küfür demek... Sporda şikâyet edilen bütün sorunların çözümü sendikal örgütlenmeyle aşılabilir." 


Kurt'tan İnciler: Çok Doping Yaptım
Metin Kurt, futbol dünyasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Çok doping yaptım. Her önemli maç öncesi doping yapılırdı. Çünkü yapmazsan takıma ihanetle suçlanırdın. Bugün amatörde daha yaygın. Bedelini alkolizmle ödedim. Erken yaşta aramızdan ayrılan Yusuf Tunaoğlu, büyük bir ihtimalle bu yüzden öldü. 

Eegun Gürsoy Şikeci Mi?
Ergun Gürsoy ile aynı evi paylaştım ama 1987'deki şike iddialarını kendisine hiç sormadım. Artık onu siz takdir edin. Şike üç şekilde yapılır: Hatırla, parayla ve mafya yoluyla... Teşvik, doping ve şike finans kapitalin içinde olan şeyler. 

En Büyük Acım Mahirler
Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesi ve Deniz Gezmişlerin asılması, yaşadığım en büyük acılardır. Ne aşil tendonumun kopması ne de bacak kırılması.. Onlar için bireysel bir eylem koymayı düşünmedim; çünkü örgütlü mücadele veriyordum. 

Demirel İstifa Etti Mi?
Zaman zaman sahada, "Gol olsa ne olur olmasa ne olur" diye düşünmüşümdür. Bir milli maçta sırasında, muhtarı yemiş Demirel'in istifa edip etmeyeceğini düşünüyordum. Tribünler ise "Milli takım çok yaşa" diye bağırıyordu. Sporun olumsuz sonuçlarından biriydi. 

Gibbs Reklamı Bir Hataydı
Maddi sebeplerden Gibbs reklamında oynamıştım. Bugün bunu geçmişte yaptığım bir hata olarak görüyorum. Ben jübile bile yapmadım; çünkü bunu modern dilencilik olarak gördüm. Jübilenin de yasal bir prosedürü olmalıydı. Misal emeklilik ikramiyesi gibi... 

Milli Çelişkilerim Oldu
Bir sosyalist olarak " milliyetçi damar"ın çok kullanıldığı milli maçlarda çok çelişkiler yaşadım. Sovyetler Birliği ile oynuyoruz. Kazanırsak kapitalizm, Sovyetler kazanırsa sosyalistler kazanmış oluyor. 

Sefilce Bir Kitap Okuma 
PTT'de malzemecimiz Aydoğan, Victor Hugo'nun Sefilleri'ni getirdi ve sonra "Okudun mu" diye sürekli sordu. Ben de biraz başından, biraz ortasından ve biraz da sonundan okudum. Aydoğan yine sorunca "Okudum. Yahu bu Paris'in kanalizasyonları ne kadar genişmiş" dedim.


Kenan Başaran


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

Metin Kurt’tan İnciler...

Metin Kurt’un ilk 11’i
Metin Kurt: “Ben ancak bu takımın iyi bir öğrencisi olurum.”

Mustafa Suphi , Nazım Hikmet – Kemal Türkler – Behice Boran – Ahmed Arif , Sinan Cemgil – Mahir Çayan – Harun Karadeniz – Ahmet Kaya, Yılmaz Güney – Deniz Gezmiş.

***

Metin Kurt’un futbolculuk yıllarındaki devrimci mücadelesini anlattığı bir de kitabı var. Vecdi Çınaroğlu’nun kaleme aldığı Gladyatör isimli kitapta futbolcuların haklarını almak ve korumak için yaptığı girişimler ve hayatından kesitler yer alıyor.

***

Bir gün köprü altında içiyorum. Bir tane çocuk geldi. Metin abi sen Eyüp’te teknik direktörlük yaparmısın? dedi. Yaparım dedim.

***

Bana destek verip oyuncularının parasını vermeyen yöneticinin benimle konuşma ya da bana destek verme şansı yoktur.

***

Galatasaray kötü bir dönemden geçiyor. Galatasaray’daki seçimlere de hangi başkan adayı sendikaya destek verir ya da vermez gibi bakıyorum. Ama bizim sendikal mücadelemiz açısından kimin kazandığı çok da önemli değil.

***

Emre Belözoğlu ya da Hakan Şükür gibi isimlerin yerine bir kulübün bir çaycısını üye yapmak için 10 kere giderim. Benim için çaycıyla Hakan Şükür’ün arasında bir fark yok.


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

Sol Çizginin Adamı: Metin Kurt

Türk futbolunda sendikal hareketin öncüsü Metin Kurt, aileden sosyalist. Babasının küçükken ona verdiği nasihat hayatının dönüm noktalarından biri olmuş. Bir de Galatasaray’a gelip, takımı yöneticilere karşı örgütlemesi… Futbol oynadığı dönemde halka yakın olmak için tribünlerin kenarı olan kanatları, özellikle de sol çizgiyi seçen 64 yaşındaki Kurt, solcu kimliğinin nasıl taşınması gerektiğine iyi bir örnek. Önce spor emekçilerinin haklarını korumak için sendika kurdu. Şimdi de Türkiye Komünist Partisi’nden İstanbul 2. Bölge’de milletvekili adayı. 68 kuşağının son kalesi Metin Kurt, kuşağının en büyük hatasının 78 Kuşağını yaratmak olmasından dertli


Futboldan önce Metin Kurt’un hayatı nasıldı?
Nufüs kâğıdımda 15 Mart 1948 Kırklareli yazar. Oysaki doğrusu 15 Aralık 1947 Fatih Karagümrük’tür. Babam Selanik’ten, annem de Bulgaristan’dan gelmiş. 8 kardeşiz biz. Bizim ailede bize öğretilenler vardı. Aile içinde kesinlikle maddiyata dayalı şeyler konuşulmazdı. Babamız bize “Sakın sizden zayıflarla uğraşmayın. Zayıflara yardımcı olun. Eğer ille de biriyle mücadele edecekseniz sizden daha güçlüsü olsun” derdi. Babam tam olarak dile getiremese de tam bir sosyalist yaşam biçimi vardı bizim aile içinde. Senin paran benim param ayrımı olmazdı. Babamı 8 yaşındayken yitirdim. Babam Kırklareli’nde iş yaptığı için biri orada biri İstanbul’da iki evimiz vardı. O vefat edince iki evi idare edecek gücümüz kalmadı. O sırada abim İsmail Galatasaray’da oynamaya başladı. Bazen abimden gelen parayla, bazen de babamdan kalanları satarak geçinmeye devam ettik. Abim İsmail evlendiği anda ailemin birçok ihtiyacı devam ediyordu. Küçük kız kardeşlerimin okul ihtiyaçları vardı. Abimin futbol hayatı da bitince artık İsmail abim de bizim elimize bakmaya başladı.

Sizin futbol hayatınız nasıl başladı?
Çok çocuklu ailelerde bir tane adam mutlaka sivrilmelidir. Yoksa o aile yaşantısını sürdüremez. Biri çıkıp aileyi sistem içinde tutup koruyacak. Abim evlenince yerine birinin geçmesi gerekiyordu. Çıkması gereken adamın ben olduğuma karar verdim. Matematik öğretmenim beni atom mühendisi yapacağını sanıyordu ama ben liseyi bıraktım. Futbola başladım. Sonra dışarıdan bitirdim liseyi. Futbola Beyoğlu Yeni Çarşıspor’da başladım. Sonra Alibeyköy Adaletspor’a ilk transferimi 3 bin Lira karşılığında yaptım. Anneme gidip “Al bu para senindir. Bundan sonra aileye ben bakıyorum“ dedim.

Galatasaray’daki futbolcuları örgütlediğiniz döneme geri dönelim. Neler oldu o dönemde?
Bazı konularda bize uymayan bir demokrasi bulunsa da takım içinde oyuncular olarak ciddi bir örgütlenme kurmuştuk. Galatasaray Kulübü batıya açılan kapıdır. Ben başka bir kulüpte olsaydım, bana o kadar faaliyet yürütme şansı vermezlerdi. 1970 yılında Galatasaray’a geldim. O zamanlar da kitaplar okur gözlemler yapardım. Artık eyleme geçmenin zamanı geldiğini hissettim. O dönemde mukaveleler iki yıllık tek tip sözleşmelerdi. İki yıl sonra kulüp isterse tek taraflı olarak mukaveleni, federasyona mukavele ücretini yatırıp uzatabiliyordu. İstemezse de uzatmıyordu. Kulüp izin vermeden başka takıma da gidemiyorduk. Biz üç sene üst üste şampiyon olmuştuk. Sözleşmemiz bitince çağırdılar bizi. Yasin Özdenak, Gökmen Özdenak, ben ve iki arkadaşım daha masadayız. Bir yönetici geldi, “Arkadaşlar hayırlı olsun hepinize 110’ar lira veriyoruz. Buyurun imzalayın” dedi. Ben “Böyle transfer görüşmesi mi olur? Bana sormayacak mısınız bir emekçi olarak ne kadar istediğimi?” dedim. Eskiden 225 bin Lira alıyordum. İki yıl sonra 110 bin Lira önerdiler. “Ben 220 bin Lira istiyorum” dedim. Yönetici şaşırdı: “Vermeyiz. 28 bin Liraya uzatırız sözleşmeni” dedi. “Tamam uzatın ben de oynarım ama canınıza okurum. Bu anti-demokratikliği ortaya çıkarırım, utandırırım sizi“ dedim, kalktım gittim. İki sene boyunca o paraya oynadım mücadelemi de verdim.

Ne tür olaylar yaşandı bu mücadeleniz sırasında?
Ankaragücü’nü kupadan eledik. Prim yönetmeliğine göre 10 bin Lira almamız lazım. Para gelmedi. Ben takımın sözcüsüydüm. Oyuncular bana soruyor primleri. Ben de kulüp tarafından takımla ilgilenmesi için parası ödenen Turgan Ece ile konuşmaya gittim. “Turgan abi biz Ankaragücü’nü eledik primlerimiz yatmadı” dedim. “Ne primi ya! Primi mi hak ettiniz? Top mu oynadınız?” cevabını verdi. Bende: “Siz elersek para veriyorsunuz. İyi oynayıp elenseydik para mı verecektiniz?” dedim “Çok konuşuyorsun sen” dedi. Bağırdı çağırdı çıktı soyunma odasından. Arkadaşlarıma döndüm, “Bu söylenenler bana değil hepimize söylenmiştir. Ben bunu protesto edeceğim. Benle beraber misiniz? Yoksa ben tek başıma yapacağım?” dedim. Herkes desteğini verdi. Ertesi gün antrenmanı yarım saat boykot ettik. Bizim deyimimizle Franco-Turgan bir diğer deyişle Faşist General Turganko, yarım saat geç de olsa gittiğimiz antremanı iptal etmiş. Biz gidince geri geldi. “Türk futboluna anarşiyi soktunuz. Elebaşı da sensin” dedi bana. “Sevgili Generalim Turganko. Nasıl da bildin benim elebaşı olduğumu” dedim. Yasin ve Mehmet’e döndü “Siz de bunun yardakçısısınız” dedi. Bir kaç kişiyi daha bizle birlikte kadro dışı bıraktı. Topladım yine arkadaşlarımı, “Mücadeleye devam ediyor muyuz?” diye sordum. Herkesten sözü aldım yine. Kaptan Yasin ile Cağaloğlu’na gittik. Orada bir basın toplantısı düzenledik. Anarşi yaratmadığımızı hakkımızı aradığımız söyledik. Basın toplantısından sonra bir baktık ki tüm takım kampa girmiş. Biz olmayınca tehditlere boyun eğmişler. Biz en son beş kişi kadro dışı kaldık. Sonraki maç da Fenerbahçe’yleydi. Biz olmadan da kazandılar maçı ve Turgan Ece avantaj yakaladı. “Sporda kazanan haklıdır” her zaman.

Mücadelenizin istediği gibi bitmediği gözüküyor? Neden böyle oldu?
Aksine tam da mücadeleyi kazanacak noktaya gelmiştik. Tribünler bizi geri istiyordu. Ertesi gün Milliyet Gazetesi’ne bir baktım, Yasin ile Büyük Mehmet özür dilemiş. Haberi gördüm, beynimden vurulmuşa döndüm. Onlar özür dilemeden önce de “Benim dışımdakileri kadroya alın, benle uğraşın” diye açıklama yapmıştım. İşin kötü tarafı Abdi İpekçi onları çağırmış, “Metin Kurt iyice sola kaydı. Onun işi bitti. Siz de özür dileyip kendinizi kurtarın” demiş. İsmail Cem’le de benzer bir durum yaşadık. “Sakın bir emekçiyi zor duruma düşürecek bir anlaşma için çağırma” dedim. Sonra aradı, “Seni rahat bırakacağım” dedi. Abdi İpekçi’nin yaptığını kabul edemiyorum. Onun yazılarını okurduk biz.

Özür dilediler de ne oldu peki?
Özür dilediklerinin gazeteye çıktığı akşam, Büyük Mehmet bizim eve geldi. Kendisi adına bir veda mektubu yazmamı istedi. Ben sağlam bir edebiyat yaptım. Mehmet’e “Sen bunu okursan sana jubile yapmazlar. Sen jubile yapmak istiyorsun” dedim. Sonra da görüşmedik. Ardından ben Kayseri’ye gittim. Hiçbir şey değişmedi. Sonra Mehmet Fenerbahçe’ye, Yasin Amerika’ya transfer oldu.

Futbolculuğu bıraktıktan sonra neler yaptınız?
Eyüpspor’da, Kayserispor’da, Sivasspor’da teknik direktörlük yaptım. Kayserispor’u birinci lige çıkardım. Sonra Sivasspor’a geçtim. Kayseri’deki bazı oyuncularım sonrasında Sivas’a kiralık gitmişlerdi. Eski öğrencilerim aradı Sivas’a gittim. Başkanla konuşup çocuklara bir maç kazanırlarsa paralarını alacaklarını söyledim. Giresunspor maçını kazandık. Şehrin girişinde karşılandık. O hafta para verilmedi. Ertesi hafta kendi sahamızda Mardin’i 3-1 yendik. Maç öncesi parayı alacağımızın sözünü de almıştık. Başkan benden evvel gitmiş soyunma odasına. “Parayı getirdin mi?” diye sordum. Cevap veremedi. Kovdum odadan. Çocuklara dönüp bu adamların sahtekar olduğunu söyledim. Özür dileyip istifa ettim. Dışarıdaki gazetecilere: “Yöneticilerin hepsi sahtekâr. Çocuklara verdikleri sözü tutmadılar ben de istifa ettim” dedim. Sabaha eve dönmek üzere otele gittim. Gece, olay bölgesinde gizli bildiri yayınlamaktan içeri alındım!

Türkiye’de kirlenmiş futbol ortamını nasıl değerlendiriyor-sunuz?
Futbol nedir? Siyasettir. İddaa nedir? Kumardır. Şike nedir? Rüşvetin spordaki adıdır. Bugün Türkiye’de futbol ortamında hepsi vardır. Siyaset sporun babaevidir. Kumarda şike kesinlikle vardır. Mafya bunların olmazsa olmazıdır. Şiddet, küfür, ırkçılık, cinsel ayrımcılık bunların hepsi spor ortamına yerleştirilmiş olgulardır. Arenalardaki kanun budur. Egemenlerin iktidar araçlarından biridir arenalar. Kitleleri manipüle eder. Son dönemde olumsuzluklar açığa çıksa bile fazla umursanmaz oldu. Özal ne dedi; “Benim memurum işini bilir”. Onun sporcusu da işini biliyor.

Önce Spor-Sen’i, oradan ayrılıp sonra da Spor-Emek-Sen’i kurdunuz? Ayrılığınızın nedeni neydi?
İkisinin de kurucusu benim. Başbakan’ın Dolmabahçe’de spor açılımı yapacağı günün derdimizi anlatmak için büyük fırsat olduğunu düşünüyordum. Açılımların protesto edilmemesine de çok kızıyordum. Çünkü açılımlar sorun yaşayanları dinlemeye yönelik değil, Başbakan’ın kendisini anlatmak üzerine kurulmuş şeylerdi. Bizi de çağırmamışlardı. Haberi alınca arkadaşlara şöyle dedim: “Böyle bir açılım bizim gibi tabandan kişilerle konuşmadan olmaz. Protesto edeceğiz”. Kurucu heyetteki arkadaşlarım, “Bekleyelim görelim hem yönetim kurulu kararı gerekiyor” dediler. Dedim ki; “Sizi kurucu yapan benim ne yönetim kurulu ya! Ben protesto ediyorum. İster gelin ister gelmeyin”. Protestoya gelmediler ama tabandan arkadaşlarla örgütlenip Dolmabahçe’ye gittik. Sonrasında Spor-Sen’de bir toplantıda bana kınama cezası vermek için bir öneride bulunuldu. “Biz bu sendikayı gerçekten spor emekçilerinin haklarını korumak, spor alanını doldurmak, diğer sendikal hareketlere örnek olabilmek için kurduk” deyip ayrıldım. Sonrasında da protestoya gelip mücadele eden arkadaşlarımla Spor-Emek-Sen’i kurduk. Yaptığımız eylemlerle de herkese örnek olduk.

Spor-Emek-Sen de 1 Mayıs’taydı. Nasıl geçti bu yıl sizin için?
Sanayi devrimi döneminde İngiltere’de, topraklarından koparılan insanlar devrimci burjuva demokratik sisteminin doğal uzantısı olan modern köleler olarak 18 saat çalıştırıldı. O sırada İngiltere’de de etkileyici bir sendikal hareket vardı. 1 Mayıs 1848’de ilk kez işçiler-emekçiler patronlarını masabaşına oturtup, on saatlik işgününe imza attırdılar. Her 1 Mayıs’ta aslında o tarihi zafer anı kutlanır. Son 1 Mayıs’tan buruk ayrıldım. Çünkü 1 Mayıs sisteme karşı mücadelenin simgesi olmak zorunda. Renklerin kardeşliği hikayesi değil, sınıfın kardeşliğidir olay. Bu yıl bu ayrım yapılamadı. Kürsülerden sınıfın kardeşliği üzerine değil renklerin kardeşliği üzerine mesajlar verildi. Sistemle bütünleşmenin , sistemi savunanların mesajları verildi. Oysa ki bizim kurtuluşumuz. Sistemi dönüştürümektir. Sistemle mücadeledir. Bu yüzden bu 1 Mayıs bana göre eksik kaldı.

Spor-Emek Sen’in kuruluş amacı nedir?
İşçi sınıfı üretim sürecinde yaptığı mücadeleyi yeniden üretim sürecine taşıyamamış. Oysaki sömürü, yeniden üretim sürecinde sanat, kültür, spor gibi etkinliklerle devam ediyor. Şu anda milyarların döndüğü sektörde spor emekçisi tanımı iş kanununda bile geçmiyor. Ama diğer taraftan sigortalılar da. Amatör sporcular, sözleşmesiz, sosyal güvencesiz sporcular, profesyonel sporcular da sözleşmeli ama yine sosyal güvencesiz sporcular. Hepsi sosyal güvencesiz. Bizim meselemiz sistemle. Sistem değişmediği müddetçe kaç sporcu üye olursa olsun fark etmez. Bizim derdimiz tabandan başlayan bir örgütlenme kurabilmek.

Spor-Emek-Sen’de örgütlülüğünüz ne durumda?
Spor-Emek-Sen şu anda spor alanında meşruiyeti kabul edilmiş bir sendikadır. Galatasaray’ın yeni stadının açılışındaki olaylardan sonra, Başbakan’ı protesto etmek için, Spor-Emek-Sen olarak 5 bin kişiyi bir araya getirdik. Bunu yapabilirsen ülkede solculuk bitmemiştir. Doğru mesajla tüm Galatasaraylıları, Fenerbahçelileri bir araya getirebildik. Seçim sonrası Spor-Emek-Sen genel kurulunda neler yapılabileceği netleşecektir. Türkiye’de bir sendikaya üye olmak için o iş kolunda mutlaka sigortalı çalışmak lazım. Sendikaya destek olan 100’e yakın teknik direktör var. Ama emekli oldukları için üye olamıyorlar. Çünkü sendika kanununa göre üye olmak için emekliliklerinden vazgeçmeleri gerekiyor. Amatör futbolcular var. Onları üye yapsak kulüpten kovulacaklar. Bunu da yapacağımız eylemlerle değiştirebiliriz. Derdimiz üst düzey sporcuları örgütlemek değil. Bugün binlerce işsiz teknik direktör var. Bu mesele sistemle mücadele etmeden çözülecek bir şey değil.


TKP’den aday olup seçilmeniz durumunda sol için, spor için ne tür projeleriniz var?
Türkiye Komünist Partisi’nden gelip aday olmam konusunda tekliflerini ilettiler. Bende Türkiye Komünist Partisi’nin İstanbul 2. Bölge Milletvekili adayı olmayı kabul ettim. TKP’li değilim. Ama TKP’nin cepheleşme çağrısının Türkiye’de soldaki dağınıklığını toparlamak için önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda kendileriyle aynı mücadeleyi veriyorum. Seçilip seçilmeme derdim yok. Önemli olan doğru mesajı iletmek. Siz gençlerden de bir ricam var. Oyuna gelmeden oyunuzu kullanın. Geçenlerde Grup Yorum “Tam bağımsız Türkiye” sloganıyla 500 bin kişiyi topladı. Peki Türkiye Komünist Partisi’nin İstanbul 2. Bölge Milletvekili adayı olarak “500 bin boyun eğmeyen insan” sloganımız hayalcilik mi?

Türkiye’deki siyasi ortamı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünya’da iki tane sosyal demokrat parti vardır. Birincisi demokrasiye açık, komünistlerden sosyalistlerden korkmayan, devrimci mücadelede yere alacak kişilerden oluşandır. Bir de sosyal demokrat olduğunu iddia eden kapitalist ve emperyalist sistemin yedek lastiği olan partiler vardır. Bir bankanın reklamı vardı. Sloganı da şöyleydi: “Yok birbirimizden farkımız ama biz X bankasıyız”. Burada dürüst de bir mesaj var. Bu sistem partilerinin de durumu bu sloganda anlatılandan farksız. Birbirlerinden farksızlar. TKP’nin birleşik cepheleşme çağrısına uygun olarak, kendini solda tanımlayan ama oyum boşa gitmesin diyen kapitalistlerin yedek lastiğine doğru mesaj vermek lazım.

Peki sol bitti mi sizce?
Ben 68 kuşağından gelen bir kişiyim. Yaşama soldan bakan 68’li gençler olarak 78 kuşağının yaratılmasına seyirci kalmamız doğru değildi. Bizim sizlere karşı yaptığımız en büyük hata 78 kuşağını yaratmak oldu.

12 Eylül Faşist darbesinden sonra çıkan süreçte sol örgütsel olarak dağıtıldı. Ama sol yenilmedi. Yenilmez de. Bu tekmili birden yobazlara mı boyun eğeceğiz? Tarihteki kardeşlerimiz hiç boyun eğdi mi? Boyun eğen unutulur. Boyun eğmeyenler hala hatırlanıyor. Şu anda Türkiye’ye büyük bir sol sempatisi var. 1 Mayıs’ta Taksim’de gördük. Bu sandığa yansımıyor ama.

Çünkü solun güvendiği bir parti yok. Bir ayrılmışlık var. Küçük küçük partiler bulunuyor…
12 Eylül Faşist darbesi örgütlü solu dağıtmıştır. Sol şu anda dağınıktır. Bu dağınıklığı gidermek bize düşüyor. Bundan sonra yapılacak tek bir şey vardır. Tabandaki örgütlenme sistemle mücadeleye inanmak zorundadır. Sistemi değiştirmeden hiçbir şey olmaz. İşsizlik çözülünce sistem değişmez. Seçimlerden sonra bir araya gelip sistemi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunmamız gerek. Bu ülkede demokrasi sadece ve sadece egemenlerin kendi seçtiği adamların parlamentoya gönderdiği sistemdir. İstisnalar da bu sistemin çeşnisidir. Bu ülkede sistem sorgulanmadan, sistemi dönüştürme planı yapılmadan, sistemle mücadele edilmeden sistemin yarattığı sorunlara çözüm bulunması mümkün değildir.

Dergimizin adı size ne ifade ediyor?
Eksiyirmidört iktidarların gençlere yaklaşımının bir ürünü. Bütün iktidarlar öncelikle gençlik üzerine çalışır ve onları örgütlemeye odaklanır. Ama onların da yukarıdan aşağı doğru giden dikey hiyerarşik bir örgütlenmeleri vardır. Bizim aşağıdan yukarı bir örgütlenmemiz var. Bu “-24” sadece size yönelik bir olay da değil. Böyle bir mücadele içinde olmanız bizi çok mutlu ediyor. “Eksiyirmidört” adı süper bir duruş ve güzel bir simge. Beni de etkiledi. Aynı zamanda günümüzün mücadelesi içinde bir başlık. Bu başlığı doldurmak gerek. Bu başlığı doldurmak için bir katkım olacaksa buyrun ben buradayım.


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

'Ceza Sahasında Metin Kurt Yalnızlığı'

Bu memleket böyle artık. Kabul edelim. Değer atfettiğimiz ne varsa, kimi turnusol bellediysek elimizden kayıp gidiyor. Önce Lefter öldü, sonra da Metin Kurt. Biri vicdanımızdı, diğeri adalet duygumuz. Özgürlük, eşitlik, adalet adına bildiğimiz değerlerin bayrak taşıyıcıları bir bir düşüyor. 

Metin Kurt’u pek çoğumuz gazete sayfalarından tanıyoruz. Yeşil sahalarda onu izlemeye yetişenler en az ellilerinde. Başka bir adammış. Galatasaray’ı üç sezon üst üste şampiyon yapan takımın yapıtaşlarından. Ama futbolculuğun ötesinde bir varoluş biçimiymiş. Vecdi Çıralıoğlu’nun onu anlatan “Gladyatör” kitabını okuyun göreceksiniz. Bu topraklarda hiç yaşanmamış bir hikâye onunki. Geldikleri yerleri unutan, alt liglerde üç kuruşa, adamdan sayılmadan oynadıkları dönemi hafızasından çıkaran bugünün yaldızlı yıldızlarından biri değil o. Kendine Müslüman değil. İnsan olma derdinde hep. İnsan gibi anılmak derdinde. Onurunun peşinde koşmayı top peşinde koşmaya tercih etmiş yani. Lafı uzatmayayım. Malum, sendikal mücadele ve onurlu bir duruş uğruna yola çıktığında, futbolun efendileri hemen sürdü onu. Futbolun dışına atmak istediler. Ama mücadelesinden hiç ödün vermedi. Bakın o vakitler isyan bayrağını kaldırdığında İslam Çupi ne yazmış onun hakkında. 

“Spor basınına göre futbolcu sadece koşan, topu karşı kaleye götüren, kendi ceza sahası içindeki tehlikeleri taşıyan, hamallığa vücudunu kurmuş bir ‘kramponlu bebek’tir. Sadece saha içinde kazanmayı düşünecek, stadın dışına çıktığında ise ‘Ben sömürülüyor muyum?’ sorusunu soramayacak, yarattığı değerle onu satın alan fiyatın zıtlaşıp zıtlaşmadığını araştırmayacak, ‘Ben neyim, nereye kadar varım?’ kurcalamasını yapmayacak, kısaca kafasını fötr şapka gibi vestiyere bırakıp, boynundan yukarısı olmayan bir jönün(!) hödüklüğü içinde takvim yaprağı koparıp duracak. Boş mukavelelere atılan ve insan uyanışının çok gerisini tarif eden manzaralara flaş ve kalem patlatanlar için Metin Kurt, futbolumuzda esmeyen kafaların üzerinde çalan bir alarm zilidir. Metin Kurt, renk aşkı denen bir sosyal körlüğün, sırt sıvazlama denen afyonun günümüzde insan mutluluğu için yetmeyen ‘donmuş haklar’ olduğu şuuruna varmış bir isyanın kişisidir. Metin Kurt, Türkiye’de ‘futbolcu aklı aut çizgisine kadar devam eder’ şeklinde tarif edilen saha inşasının haklarına birtakım boyutlar kazandırmak istediği için sivri adam olmuştur.” 

O sivrilik de törpülendi nihayet! Futbolda da sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir bataklıkta yaşayabiliriz artık. “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” demişti Tezer Özlü. Zafere bir adım daha yaklaştılar. “Ey futbolcular, zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz bir Metin Kurt vardı, o da gitti. Hadi artık, taşın altına koyun elinizi” diyeceğim, sesim havada kalacak. Hangi futbolcular, hangi futbol, hangi ülke… 

Kesmeşeker’in güzelim şarkısından araklayalım: ‘Ceza sahasında Metin Kurt yalnızlığı’ da yok artık. Pozisyon ofsayt. Hakem taraflı. Futbolcular köle. Taraftar figüran. Ve süper mi süper lig başlıyor!


Bağış Erten



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder