22 Kasım 2012 Perşembe

ASKERDEN KAÇACAĞIM SAYIN BAY BAŞBAKAN!


Savaş büyük mesele. Savaşı istemek ne kadar büyük aptallıksa, savaşa hayır demekte o kadar büyük onur meselesidir. Savaş hayır deyip birde bu işi eyleme dökmek ise cesaret ve meydan okuma işidir. Sanat ve sanatçılar barışın yanında ve barışın savunucuları olmuşturlar genelde. İşte barışın acil duruma geldiği ülkemizde, bir sanatçı tekrar sanata ve sanatçıya bu onur payesini tekrar hatırlattı. Bir çok sanatçının daha bu onur payesini hatırlaması dileğiyle.

İşte soL gazetesinde yayınlanan Renan Bilek'in Başbakana Mektubu;

“Sayın Bay Başkan,

Zamanınız olursa okumanız için bir mektup yazdım size.

Çarşamba akşamından önce savaşa gitmemi isteyen celp kağıdımı almış bulunuyorum.

Sayın Bay Başkan,

Bunu yapmak istemiyorum.

Ben yeryüzünde, yoksul insanları öldürmek için bulunmuyorum.

Kızdırmak için değil ama size söylemek zorundayım, Aldığım karar şudur ki, askerden kaçacağım."

Henüz 26 yaşındayken yazdığı "Günlerin Köpüğü", "Mezarlarınıza Tüküreceğim" ve "Pekin'de Sonbahar" romanlarıyla ünlenen Fransız müzisyen, senarist, gazeteci, roman ve tiyatro oyunu yazan Boris Vian, 1954 Cezayir Savaşı üzerine yazdığı Asker Kaçağı (Le Déserteur) şarkısında böyle söyler.

Emperyalistler ve ondan medet uman, onun suyuna giden ya da ona yedeklenerek hayaller kuranlar için ne kadar da klasik bir oyundur bu savaş çığlıkları. Kapitalizmin, bunalım dönemlerinden tutun da, işleri umduğu, beklediği gibi götüremeyen tüm iktidarların da can simidi gibi sarıldığı eski, kokmuş, berbat bir taktik.

Kendi ülkesinin topraklarını aleni bir şekilde, komşu ülkedeki iktidarı devirmeye çalışan bir gruba açan iktidar, hezeyanlar içersinde savaş çığlıkları atmakta. Bütün bir coğrafyayı nasıl bir maceranın içersine sürüklediğinin farkında olmaması mümkün değil. Farkında değilse ne gaflettir? Farkındaysa nasıl bir aymazlık!

Aleni bir şekilde Özgür Suriye Ordusu denen bir örgütün militanları, topraklarımızda cirit atmakta, elini kolunu sallaya sallaya dolaşmakta, başta Hataylılar olmak üzere, sınır boyunca yaşayan tüm vatandaşlar rahatsız olmakta, bunu ifade etmekte ama değişen hiçbir şey olmamakta.

Bu savaş çığlıklarını atanların olmayabilir ama o coğrafyada yaşayanların, sınırın öte tarafında, akrabaları var. Yıllarca gazetelere, ekranlara yansıyan, tel örgülü bayramlaşmaları nasıl unutabiliriz? Bu ebrulî coğrafyayı, daha da fazla kardeş kanıyla sulamak için bu çaba, bu istek, bu histeri neyin nesidir? "Arap Baharı" adı altında pazarlanmaya çalışılan ve kısa sürede maskesi düşen o kepazeliğe, o rezil, pis oyuna inananlar, kananlar bile, böylesi bir savaşı istemezken, hezeyanlar içersinde ülkeyi savaşa sokmaya bu kadar çaba göstermenin akılla izanla ilgisi nedir?

Kralcıları bile utandırırcasına “ABD’den çok ABD’cilik” sergileyen bu tavırlar, AKP hükümetinin demokrasi havariliğine samimiyetle inananların bile gönlünde, nihayet derin şüpheler yaratmayı başarmıştır.

Hiç kimse bu ülke vatandaşlarını, iki ucu pislik içersindeki bir değneği tutmaya zorlayamaz. Çünkü gerçek olan şudur ki: Bu savaş bizim savaşımız değildir!..

Boris Vian'ın Asker Kaçağı şarkısı şu sözlerle son bulur:

Yarın sabahtan, kapımı kapatacağım, ölü yılların gözü önünde, yollara çıkacağım.

Hayatımı dileneceğim, Fransa yollarında, Brötayn'dan

Provens'e dek,

ve haykıracağım insanlara:

Reddedin itaat etmeyi, bunu yapmayı reddedin,

gitmeyin savaşa, reddedin yola çıkmayı.

Eğer kan vermek gerekiyorsa, buyrun kendinizinkini verin,

siz iyi bir havarisiniz Sayın Bay Başkan.

Eğer beni ele geçirmek istiyorsanız, jandarmalarınıza haber verin,

orduya katılmayacağımı ve çekip vurabileceklerini."

Sayın Erdoğan,

Siz de Suriye'de kan dökmek istiyorsanız, Buyrun gidin ve kendi kanınızı dökün. Bunu yapacak delikanlılıkta olduğunuzu Davos'ta "Van minüt"le gösterdiniz. Siz iyi bir öndersiniz. Buyrunuz önden gidiniz

Sayın Bay Erdoğan!”


YÖK'Ü NE YAPMALI? - KEMAL İNAL

Liseye darbeden önce, üniversiteye ise darbeden sonra başladım; yani üniversitede öğrenciliğim 1980’lerin başlarında geçti. YÖK daha yeni kurulmuştu ve biz hemen bayrağı açmıştık. Darbenin hemen ertesiydi ve ortalık korkunç bir sessizliğe bürünmüştü. 12 Eylül faşizmi olanca azgınlığıyla devam ediyordu. Kamuya açık yerlerde Cumhuriyet gazetesini okumak bile yeterince tehlikeliydi. Ama gençlik mücadelesi yine ortaya çıkmıştı. YÖK karşıtı ne kadar gösteriye katıldığımı, kaç ton laf ettiğimi, neler yazdığımı hatırlamıyorum. Dönemin sosyalist öğrenci muhalefeti gerçekten de YÖK karşıtı bayrağı açmada çok inançlıydı. O yıllarda eylemden eyleme koşturup durduk. YÖK’ün kurulmasının üzerinden 3o yıl geçti. Hala tartışılıyor, eleştiriliyor, kaldırılması isteniyor. Devletin ve sermayenin dışında bu kuruma meşruiyet yükleyen kalmadı. Hatta bazen kimi bürokrat, politikacı ve uzmanlar bile bu kurumu yeri geldiğinde eleştirdiler. YÖK, önce 12 Eylül artığı bir takım faşizan kesimin, sonra darbeci Kemalistlerin ve en sonunda da İslamcıların eline geçti. Eline geçenin sopa diye kullandığı bu yapı gelinen noktada çok ciddi bir düzenlemenin arifesinde bulunuyor. YÖK, bu yasa tasarısı geçerse eğer, üniversiteleri tam anlamıyla neoliberalizmin hâkimiyetine sokacak ve biz kamusal üniversite fikri ve gerçekliğinin değerini daha fazla anlayacağız. 

Ama itiraf etmeli, ilk defa bir YÖK başkanı hazırlattığı yükseköğretim yasa taslağını geniş bir tartışmaya açtı. Eğitim sendikaları, üniversiteler ve bazı kişi ve kuruluşlar görüşlerini doğrudan YÖK başkanına iletmeye başladılar. Gelen görüş ve eleştiriler ne derece dikkate alınır bilinmez ama Gökhan Çetinsaya’nın önce 12 Eylül’den kalan öğrenci disiplin yönetmeliğini kaldırması, şiddet içermediği sürece her türlü görüşün kampüslerde ifade edilebileceğini bildirmesi ve son olarak da, öğrencilerin protestolarını küreselleşmeye bağlaması, daha önceki aşırı devletçi YÖK başkanlarından oldukça farklı bir tutumu gösteriyor. Ama tüm bu gelişmeler yine de şu gerçekleri değiştirmiyor:
Kamu üniversitesinden piyasacı üniversiteye bir kayış var. Yeni yasa tasarısı, öncelikle sermayenin üniversitelere müdahalesinin bir eseridir. Bu anlamda yeni tasarı, devlet eliyle sermayenin üniversitenin içini düzenleme arayışıdır. Bu arayışa karşı mutlaka yeni bir şeyler söylemeliyiz. Mevcut sistem yeterince işlemiyor ama yeni bir kamusal demokratik üniversite modeli için daha fazla düşünmeliyiz. Öncelikle her türlü demokratik muhalefet mekanizması kullanılarak bu tasarı geri çektirilmelidir. Özellikle akademisyenlerin muhalefeti önemlidir. Kesintili eğitim yasasında olduğu gibi, başta akademisyenler ve öğrenciler olmak üzere, sendikalar, araştırmacı ve uzmanlar, öğrenci velileri, politikacılar, kamu çalışanları bu tasarının sadece bir tasarı olmayıp, YÖK’ü nelioliberalize ederek daha güçlü hale sokmaya çalıştığını görmeli ve muhalefet etmelidir, çünkü üniversitelerin demokratik ve bilimsel geleceği, önemli ölçüde YÖK’ün kaldırılmasına bağlıdır.

1996’da YÖK, asistan olarak çalıştığım fakülteyi (Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi-EBF) kapatarak sıradan bir eğitim fakültesine dönüştürme kararı almıştı. Buna karşı direniş gösteren bizler maalesef çok küçük bir gruptuk. Karara karşı sesimizi duyurmak için fakültemize gelen bir TV kanalına sadece ben ve bir profesör dışında kimsenin demeç vermediğini hatırlıyorum. Muhalefet kararsız ama korku mutlaktı. Bir avuçtuk ama sonuna kadar da direnmiştik. O dönemde YÖK’e bayrak açmada tutuk, çekingen ve korkak davranan koca koca profesörler şimdi emekli olup gittiler. Eski bölümlerden yeni öğretmenlik bölümlerine altına hücum gibi bir süreç başladı. Öyle olduğu ya da onurlu biçimde direnmedikleri için YÖK hala yerinde duruyor. EBF’nin eğitim uzmanı yetiştiren bölümlerinin lisans düzeyinde öğrenci almaları yasaklandı ve o bölümler şimdi marjinalleştiler, artık can çekişiyorlar. Çok az sayıdaki lisansüstü öğrencileriyle yetinmek zorundalar.

İlginçtir, YÖK’ün kurulmasından bu yana en yiğit direnişi hocalar değil, öğrenciler gösterdiler. Öğrenciler nice eylemde coplandılar, dövüldüler, işkenceye uğradılar, hapse atıldılar, biber gazı ve tazyikli suya maruz kaldılar. Ama kamusal, demokratik ve bilimsel üniversite şiarını 30 yıl boyunca bıkıp usanmadan savunmayı sürdürdüler. Eğer akademik dünyanın elitizmi, kariyerizmi, makam-mevki sevdası, kaprisleri, egoizmi olmasaydı, şimdi YÖK mücadelesinde bambaşka bir yerde olurduk. Kendisini sokaktaki mücadeleye uygun görmeyen elitist akademisyenler şimdi çekildikleri emeklilik köşelerinde söylemeden söylenmeye devam ediyorlar. 

YÖK'ÜN BU KADAR GÜÇLÜ OLMASI TESADFÜ DEĞİL
YÖK’ün bu derece güçlenmesinde üniversitenin kendi içinden çürümesinin çok büyük bir rolü vardır. Ne yazıktır ki, kendisine solcu, ilerici veya demokrat diyen nice akademisyen, bölüm başkanı, dekan veya rektör olacağım derken en büyük mücadele bayrağını yine yanındaki meslektaşlarına karşı açtılar. 1402 sayılı sıkıyönetim yasasıyla görevden uzaklaştırılan veya kendi isteğiyle istifa eden akademisyenlerle dayanışmak yerine, onları faşist darbecilere jurnalleyen ve boşalan kadro ve mevkilere göz diken epey sözde ilerici akademisyen oldu. Mücadele enerjileri, birikimleri ve deneyimlerinin önemli bir kısmını YÖK’e karşı değil, demokrat ve sosyalist eğilimli akademisyenlere karşı harcadılar. Unvan, kariyer, makam ve mevki, proje ve para peşinde koşan akademisyenlerin bu eğilimleri YÖK’ü daha da güçlendirdi. Çoğu profesör ve doçent, asistanlarının iş güvencesizliğine sessiz kaldılar, üniversitelerindeki yolsuzluklara karşı yeterince ses çıkarmadılar, akademik niteliği düşürenlerin yakasına yapışmadılar. En kötüsü de, haklarını aramak için sendikalı olmaktan korktular. Kendilerini Marksist olarak tanımlamakla yetinip sadece ve sadece (Marksist) teorinin sularında yelken açmayı yeterli bulanların sayısı hiç de az olmadı (hala da az değil). Oysa Marx’ın 11. tezi üniversiteler için de geçerli değil mi? YÖK’e karşı militan mücadele vermediğimiz, Eğit Sen (sonra Eğitim Sen) saflarında yeterince yer almadığımız, şu berbat akademik egoizmi ve elitizmi aşamadığımız, makam-mevki aşkımızı yenemediğimiz için YÖK hala yerinde ve çok güçlü. Üstelik artık piyasa tanrısını işe koşan daha güçlü bir YÖK var karşımızda. YÖK, üniversiteleri sermaye yönetsin, üniversite eğitimi tümüyle şirketlerin ihtiyaçlarına göre şekillensin istiyor. Şu garabet Mütevelli Heyeti veya konseyi, emin olun, üniversitelere son darbeyi vuracaktır.

Sesimiz şöyle çıkmalı: Üniversiteler mali, idari ve bilimsel açıdan özerk olmalıdır. Üniversitenin gerçek sahipleri ne devlet ne de sermayedir. Üniversiteler halkındır. Üniversiteleri öğretim üyeleri, idari personel ve öğrenciler birlikte yönetebilir, yönetmelidir. Halk adına. Bu mücadele için elimizdeki en güçlü araç, sınıf örgütümüz olan Eğitim Sen’dir. 

***
Yök bugün ne anlama geliyor?
YÖK, 1) 12 Eylül faşizminin mirası olan bir kurumdur-YÖK’ü savunmak, 12 Eylül arbesini savunmaktır. 2) Türk devlet geleneğinin merkeziyetçi eğilimini yansıtmaktadır-YÖK her halükarda kadim Türk devletçiliğinin bir göstergesidir. 3) Her kuralıyla demokrasi karşıtı bir yapılanmadır-YÖK, rektör seçimleri başta olmak üzere birçok açıdan demokrasi katilidir. 4) Akademik bir gözetim sistemidir. 5) Özerk ve özgür bilimsel ve akademik yapılanmanın düşmanıdır. 

Böyledir, çünkü YÖK, 2547 sayılı yasasıyla üniversite ve bileşenlerinin hemen her konusunu tasarrufu altında bulundurmaktadır. Rektör atama, akademik tayin ve yükseltme, yönetim, müfredat, dersler, özlük hakları, öğrenci kontenjanı, yeni bölüm açma veya eskilerini kapatma başta olmak üzere YÖK, üniversitelerin hemen her şeyini belirlemeye devam etmektedir. YÖK bu anlamda devletin üniversiteyi ideolojik aygıt olarak kullanmasının bariz bir örneğidir. Yalnız burada artık değişik bir durumla karşı karşıyayız. Ulus-devlet geleneğini büyük ölçüde kıran AKP, YÖK’ü küresel kapitalizmin neoliberal koşullarına uyarlamaya çalışıyor. Bologna Süreci ile birlikte devlet ve büyük burjuvazi, genelde tüm eğitim sisteminin özelde üniversitelerin daha rekabet edebilir, kaynaklarını kendisi yaratan, bunun için de eğitimini piyasa taleplerine göre belirleyen, öğrencisini müşteri olarak tanımlayan, iş güvencesini geçici, esnek veya performansa göre yeniden düzenleyen bir yapıya sokmaya gayret ediyor.


BirGün



19 Kasım 2012 Pazartesi

BİZ 'TERÖRİSTİZ', SİZ KİMSİNİZ?

Bizler bu ülkenin doğrucularıyız, biz cesur olanlarız, bizler birilerinin gözünde 'teröristiz'!  Ama Ahmet Şık çok güzel bir noktaya parmak basmış; 'Biz 'teröristiz', siz kimsiniz?'


İşte Ahmet Şık'ın yazısı:



Ben 'Teröristim', Siz Kimsiniz?

Bu ülkenin insanları, otoriterliğin zulmünü yaşatan her iktidarın sığ klişesi olan “teröristler” yalanını sıklıkla duymaya alışık. 

Hak talep eden emekçiden, öğrencisinden tutun da haksızlığın zulmünü anlatan gazetecisine kadar herkese “terörist” yaftası yapıştırmak çok kolaydır bu ülkede. Hele ki her iktidarın rüzgârıyla yelkenini şişirme derdinde bu kadar çok “gazetecisi” varsa bu yalanı dolaşıma sokmak daha kolaydır. Mesleğimi yaparken “yalancı tanık” olmayı hiç bir zaman benimsemediğim için “devlet düşmanı”, “örgüt üyesi”, “terörist” gibi sıfatların adımla birlikte anılmasına çok sık şahit oldum. 3 Mart 2011 gününden bu yanaysa daha sık dillendirilir oldu.

Ne ilk ne de sonuncu kurbanı olmadığımı bildiğim polis, yargı ve medyada örgütlü malum çetenin kurguladığı bir senaryorda görev alanlar “Ergenekoncu” olduğumdan emin. Aslı astarı olmayan suçlamaları, bolca yalana bulayıp yazdıkları senaryonun doğru olduğunu anlatma gayretindeler hâlâ. O çeteye, insanların hayatını karartma olanağı sağlayan hükümet üyeleri ise kısaca “terörist” diyorlar bana. Polisi, yargısı, medyası, rantiye peşindeki sermaye sahipleri ve elbette siyasetçisiyle “Yeni Türkiye” denilen garabeti yaratmaya çalışan çete ve hükûmetteki ortağı, aylardır bıkmadılar bu yalandan.

Yalancılar korosunun son sözcüsü aynı zamanda hükümetin de sözcüsü olan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelikolmuş. Gazetecilik faaliyetlerinin, “terörizm” kılıfıyla yargılandığı OdaTV davasının son duruşmasının yapıldığı geçen Cuma (16 Kasım 2012) CNNTürk’teki Günlük programında konuğu olduğu Saynur Tezel Özgentürk’ün konuyla ilgili sorusuna Çelik, “Ahmet Şık, Nedim Şener gazetecilik için mi yargılanıyor? Kanunlar açık. Terör örgütlerine destek vermeseler neden yargılansılar” buyurmuş. Hüseyin Çelik, karşısındaki Saynur Tezel’e de “Siz de gazetecisiniz. Size neden böyle bir dava açılmıyor?” diye sormayı da ihmal etmemiş. Tahmin edilebilir ancak kabul edilemez nedenlerle konuşamayan kıdemli televizyoncu Saynur Tezel’in aklından “Daha dava sürüyor. Hüküm verilmedi” diye bir uyarıda bulunmak, davanın delillerin sahteliğini anlatmak isteği geçtiğinden kuşkum yok.

Evet, “Teröristim”

Bana “terörist” diyenlere, herkesi rahatlatacak “itiraf” yerine geçecek yanıtımı vereyim: Evet ben “teröristim”. Ve bir terörist olarak bu zulüm düzenini yaratanlara bir sorum var: “Peki siz nesiniz? Kimsiniz?”

Soruşturduğunuzu, yargıladığınızı iddia ettiğiniz derin devletin faaliyetlerini açığa çıkarma çabasındaki bir mesleki geçmişe sahip ben teröristim. Benden terörist yaratan, iktidarınızın en büyük destekçisiyken yakın zamanda bozulan ittifakla en büyük muhalifiniz haline dönüşen malum cemaatin çetesiyle birlikte iş tutan sizler nesiniz? Kimsiniz?

İnfazcısından işkencecisine, köylerini yakıp yıktıklarını zorunlu göçe tabi tutanlarından gözaltında kaybedenlerine, darbeler yapanından darbe girişiminde bulunanına, kitle katliamları yapanından o katliamları aklamaya çalışanına kadar kontrgerilla faaliyetlerini anlatmaya, engellemeye çalışan ben teröristim. Aralarına bir takım kontrgerilla artıkları yerleştirerek muhalif tüm sesleri terör örgütü torbalarına doldurarak susturmaya çalışan sizler nesiniz? Kimsiniz?

Cinayete Katkıda Bulunanları Terfi Ettirenler..

Roboski’de tepelerine bomba yağdırılan 34 yurtaşımızın katillerinin soruşturulamsını isteyen ben teröristim. Bu katliam için teşekkür eden sizler nesiniz? Kimsiniz?

İktidarınız döneminde, bir devlet organizasyonuyla katledilen ağabeyimiz , kardeşimiz, dostumuz Hrant Dink’in bize gösterdiğiniz tetikçileriyle yetinmeyen, gerçek katillerin kim olduğunun bulunmasını isteyen ben teröristim. İhmalleri bu cinayete katkı düzeyinde olanları soruşturmak bir yana terfi ettiren, Meclis’e taşıyan, valilikle ödüllendiren sizler nesiniz? Kimsiniz?

Irkçılık, faşizm ya da milliyetçiliğin her türüne, nefret suçlarına, ayrımcılık ve ötekileştirmeye karşı olan, insana sıfatına göre değil insan olduğu için değer veren ben teröristim. Kimi zaman mezhepçilikle kimi zaman inançları aşağılayarak ya da halkını etnik kökene göre sınıflara ayıran sizler nesiniz? Kimsiniz?

İnsan hayatının en kutsal değer olduğuna ve dokunulmazlığına inanan ben teröristim. Yaşadıkları sorunları bedenlerin aç bırakarak anlatmak zorunda kalanlara “Şov yapıyorlar”, “Rejime ihtiyaçları var” diyen, idam ipleriyle ortalarda dolaşan ve ne acıdır ki Allah korkusu taşıyan bir inanç sahibi olduğunu söyleyen sizler nesiniz? Kimsiniz?


En Çok da, Yanıtını Bildiğim Soruyu Sormaktan Sıkıldım

Örnekler istenmeyecek denli çok. Ama gerek yok. Artık çok sıkıldım. Benim, ailemin hayatından çalınanlar bir yana, artık alıcısı dahi olmayan bu yalanın sürekli dolaşımda tutulmasından sıkıldım. Bu yalanı yaratan komployu kuranların örgüt üssüne dönen polis teşkilatındaki malum çetenin bitmeyen Ali Cengiz oyunlarından sıkıldım. Bağımsızlık ve tarafsızlıkları tapındıkları ya da oyuncağı olmayı kabul ettikleri iktidar odaklarının demagojisinden ibaret olan yargı mesuplarından da, imza attıkları hukuk katliamından da sıkıldım. Sıfatının ne olduğuna bakmadan otoriterlik budalası olmuş siyasetçilerden de, o diktatörlük heveslilerinin ağzından çıkan her şeyi alkışlayanlardan da sıkıldım. Her türden zulmü ya yalanlarla gizlemeye çalışan ya da hiç aktarmamayı seçen medya çakallarından da sıkıldım. Bu zulüm düzeninin oluşmasında katkısı olan ve kendilerine hiç haketmedikleri sıfatları bahşederek hâlâ iktidarın ağzına bakarak eleştiriyormuş gibi yapanlardan da sıkıldım. En çok da yanıtını bildiğim soruları sürekli soruyor olmaktan sıkıldım. “Evet siz nesiniz? Kimsiniz?”



3 Kasım 2012 Cumartesi

Bİ HABER FANZİN YİNE ORTALIKTA!

Sayın Fanzin ekibimiz, çok değerli fanzinseverlerimiz ve siz kampüs ahalisi! Duyduk,duymadık demeyin kampüslerin fatihi Bi Haber Fanzin tekrar ortalıkta. Fanzin isteyenler ya bizle iletişime geçecek yada Alsancak Yakın Kitapevi'inden gidip alacaklar!