21 Ağustos 2012 Salı

YEŞİLLENİR Mİ YİNE FINDIK DALLARI?

Gizem Altunkaynak Hazırladı...

Bidondan oturak, tekerlekten salıncak, çamurdan oyuncak yapan çocuklar...

Ordudan sonra portakal toplamak için bu yorgunlukla ta Hatay'a kadar nasıl direksiyon sallayacağını kara kara düşünen babalar...

Bahçenin çilesi yetmediği gibi birde kampa gelip çocuklarının karnını doyuran, bulaşıklarını yıkayan, su kaynatıp onları yıkayan analar,kadınlar...

Mevsimlik Tarım İşçileri Ordu'da fındık topluyorlar. AKP'nin tarım politikaları fındık işçilerini de, üreticiyi de yoksullaştırıyor.

Yerli işçilerin aldığı yövmiyenin yarısını alıyorlar. Kaldıkları kampta elektrik yok, su arada bir geliyor. Bini aşkın kürt işçinin kaldığı bu kamplarda bir de çamur çilesi eklendi. Çocuklar çamurdan hastalandıklarını bilmeden onlardan oyuncak yaparak oyun oynuyorlar. Aslında Meyvenin çürük tarafını onlar yiyor diyebiliriz. Hem çalışıyorlar hem eğitimlerinden mahrum kalıyorlar. Okullarına geç başlıyorlar, erken ayrılıyorlar. Bir tanesi diyor ki ' Biz hep doktor, öğretmen olmak istiyoruz diyoruz ama gerçekçi olmak gerek, 3 e geçenlerimiz bile okumayı sökemedi hala. Biz hepimiz şimdiki mesleğimizi yapacağız, yani mevsimlik tarım işçisi olacağız.


I
Mevsimlik Yaşamlar

Konya'da şeker pancarı çapası, Malatya'da kayısı, oradan çıkıp Karadeniz’de fındık, ardından farklı dinlerin mezheplerin bir arada yaşadığı Hatay’da portakal toplayarak geçim kaynaklarını sağlayan mevsimlik tarım işçileri barınma, beslenme, sağlık sıkıntıları çektikleri gibi sosyal donatılardan uzak ve verdikleri emeklerinin karşılıklarını alamıyorlar.

Ordu’nun Ulubey ilçesinde Uzunisa köyünde 700'ü aşkın işçinin kaldığı bir kamp var. Çoğunluğunu Şanlıurfalı Kürt işçilerin oluşturduğu bu kampta yeterli miktarda tuvalet ve duş yok. Elektrik yok ve yağmur nedeniyle her yer çamur içinde. Kürt işçiler 40 TL yevmiye alıp bunun 3 TL’sini ‘dayıbaşı’na (yani üretici ile işçi arasındaki bağlantıyı kuran kişiye komisyon olarak) kesiliyor. Yerli işçilerin aldığı yevmiye ise 50 TL civarında. Kürt ya da Gürcü işçiler ile yerli işçiler arasındaki 10 TL civarındaki farkın nedenlerinden birisi, yerli işçilerin alışkanlık nedeniyle daha iyi fındık topladıkları gerekçesiyle birlikte öte yandan hem yerli işçiler için hem de Kürt ya da Gürcü işçiler için ücretlerine ilişkin pazarlık yapabileceklerin, haklarını savunabilecekleri bir mekanizma yok. Kilometrelerce yoldan gelip, şehrin kenarında beklemeye koyulan Kürt işçilerin evlerine boş dönmemek için bahçeye girmeleri ve kazanabildikleri neyse ona razı olarak çalışmaları gerekiyor. 

Gürcü işçiler dağınık şekilde gelerek fındık topluyorlar, Kürt işçiler ise birkaç yıldır olduğu üzere kamp alanında bulunuyorlar. Kürt işçileri kamp alanında ziyaret ederek, yaşadıkları sorunlara ilişkin konuştuk.

“Aylığımız Yok ki Ayağımızı Yorganımıza Göre Uzatalım”
Kamp alanında kalan 36 yaşındaki Emine Keskin ‘Aylığımız yok ki ayağımızı yorganımıza göre uzatalım. Günlük yevmiye üzerinden çalışıyoruz. 37 lira alıyoruz günlük. Yemek ücretimiz verdikleri yevmiyenin içinden değil. Biz burada yüzlerce kişi kalıyoruz. Fındık sahipleri bize işçi evlerini vermiyor. ‘Sizin çadır kamplarınız var’ diyorlar. Bize, fındığı toplamayı bilmediğimiz için yerli işçilerden az para verdiklerini söylüyorlar ama hepimiz senelerdir fındık toplayan insanlarız biz.

Tuvaletler duşlar yetmiyor. Biz suyu getirip çadırda banyo ediyoruz. 7 kişi geldik Urfa’dan. Eşim, ben ve 5 kızım. Yevmiyelerimizi zaten yol ve yemek parasına verince elde avuçta doğru düzgün bir şey kalmıyor.’


“Çamur İçinde Yatıyoruz”
Başka bir işçi ise Utman Benili ‘Şanlıurfa Siverek’ten 9 kişi geldik bir aile. 5'i çalışıyor. Ben biraz üşüttüm gidemiyorum 3 gündür fındığa. Kilometrelerce yol geliyoruz buraya kadar fındık toplayıp çocuk okutalım, kışımızı çıkartalım, oğlumuzu evlendirelim diye. Ama her zaman hesapladığımız gibi olmuyor her şey. Bazen buraya kadar gelirsin hasta düşersin çalışamazsın işte bizim gibi. Yağmur yağıyor bir haftadır, bizi sadece sel olmadan bir gün önce uyardılar. Valiliğin yaptığı tek hizmetti bize. Her yerde övünüyorlar fındık işçilerine su götürüyoruz, fındık işçilerine banyo yapıyoruz diye. Biz burda 700'den fazla adamız çamur içinde yatıp kalkıyoruz. 

Bir bebe ağlamasın diye ağzına boş meme verirsin ya bizimkisi de aynı hesap, karın tokluğuna çalışıyoruz. Buradaki her gıda malzemesini kendi imkanlarımızla alıyoruz. Niye bu rezilliği çekiyoruz peki başka şansımız yok çünkü.

Buradan önce Malatya da kayısı topladık, orada biraz daha rahattık. 13 gün çalıştım orada. İşçinin halinden biraz daha anlıyor onlar.‘

‘Mevsimlik Yaşıyoruz’
En acısı da ailesiyle birlikte gelmek zorunda olanlar. Onlardan biriside Ramazan Kuran. Ayağı protez olduğu için mevsimlik tarım işçisi olan ailesinin peşinden gidiyor o da. Kuran ‘Üç sene önce İstanbul Büyükşehir belediyesinde çalışıyordum. Bir iş kazası geçirdim ve hastaneye kaldırıldığımda bana sigorta açılmamıştı bile. Şimdi bir ayağımda protezle 3 senedir ailemin peşine düşüp geliyorum fındığa. Memlekette kimse kalmıyor ki mecburum gelmeye. Ben de ailem gibi mevsimlik yaşıyorum. Onlar fındık toplamaya gidiyorlar, ben çadırda kampta kalıp onları bekliyorum.‘


*****     *****     *****     *****     *****

II
Kamplarda Kadınlar ve Çocuklar

Mevsimlik işçileri hayatı bölük pörçük, aslında kış dışında hiçbir mevsimi bilmeden yaşıyorlar. Yollarda, kamplarda ve tarlalarda geçip giden zamanda büyüyen çocuklar için her mevsim bir göç hikayesi anlamına geliyor. Kadınlar içinse ayrı bir dert. Yalnızca fındık bahçelerinde değil, kamplara döndükten sonra çocukların bakımı, yemek ve temizlikte onların üzerinde. Mevsimler değişse de onların durumlarında bir değişiklik olmuyor.

Ordu’daki kamp alanlarından birisi de Efirli’de. 1200 aşkın Mardin’den, Urfa’dan, Batman’dan gelen işçi kalıyor. Duş ve tuvalet sıkıntısı burada da yaşanıyor. 1200ü aşkın işçiye 8 tane duş bir o kadar da tuvalet düşüyor. Güneş enerjisi takılı fakat birkaç kişi duş alınca depoda su kalmıyor. 

Fındık işçilerinin en dertlileri kadınlar. Sabah fındık toplamaya başlamadan önce başlıyorlar işe koyulmaya. Akşam saati kamp alanı cümbür cemaat. Çocuklar çamurla tekerlekle oyun oynuyorlar, erkekler çay içiyor sohbet ediyor, kadınlar hala işlerini bitirmemiş oluyorlar. Ya çamaşır yıkıyorlar, ya da bulaşık. Kadınların işleri burada da bitmiyor. Çocukları için çalışan analardan biri Fatma Hasken bu konuyla ilgili şunları söylüyor;

Sadece Fındık Toplamıyoruz Ki Biz…
‘Sabah 6 da kalkıyorum kocanın çocukların karnını doyuruyorum. 12 saat çalışıyoruz 7’ye doğru geliyoruz fındıktan. Gelir gelmez bir de hemen akşam yemeği hazırlıklarına koyuluyorum. Hem fındık topluyorum, hem yemek yapıyorum hem temizlik bir de üstüne koca dırdırı çekiyorum. Ertesi günü olur da fındıkta iki dakika uyuklarsam da patron azarlıyor. Bizim ömrümüz böyle geçiyor. Sadece fındık toplamıyoruz ki biz. Buradan sonra da Hatay’a portakala gideceğiz. Biz sadece kışın evimizde, memleketimizde oluyoruz. Hep çadırlar da yaşıyoruz. Başka şehirler de tarım işçileriyiz biz. Hadi biz önemli değiliz. Biz karnımız doysun nefes alalım yeter. Önemli olan çocuklarımız. Onlar okusun diye çalışıyoruz biz, ama onları peşimizden sürüklemek zorundayız. Nereye bırakacağız ki? Biz buralara ailece geliyoruz. Hayliyle okulları da aksıyor. Ekimde başlıyorlar Nisan da bırakıyorlar okulu. ‘

13 Yaşında 3 Yıldır Fındık Topluyor
Fatma ananın dediği gibi çocuklar için çalışıyorlar ama çocukların eğitimleri aksıyor. Bidonları oturak, dondurma kaplarını kamyon yaparak oyun oynayan çocukların gözlerinin içi gülüyor ama. Bir tanesi herkesi kendisinin yaşadığı gibi yaşadığını düşündüğünü söyledi. Televizyonda gördüklerinin hayal ürünü olduklarını düşünüyor. Beş kardeşlerse aralarında iş bölüşümü yapıyorlar. İkisi fındığa gidiyor, biri diğer çocuklara bakıyor. Adıyaman’dan gelen Nahman Kurtlu 13 yaşında. 3 senedir fındık toplamaya geldiğini söylüyor. Bunun yanında Muş’ta pancarda çapa,ercişte patates, Erzincan’da ayçiçeği, Diyerbakır’da pamuk toplayarak geçimlerini sağladıklarını ve bu sebepten dolayıda eğitiminin aksadığını belirtiyor. Nahman doya doya oyun oynayamamaktan hiç denizde yüzememekten şikayetçi. ‘ Biz barajda, kanalda öğrendik yüzmeyi. Denizde yüzmek istiyoruz ama sadece fındık toplamaya gelirken yolda görüyoruz denizi. Televizyonları izliyoruz bazen, kırıp içine giresimiz geliyor.’ Diyerek gülüşüyorlar. 

*Çocuklar ellerine ne bulursa onlardan birer oyuncak yapıyor. Bazen fındık bahçelerine annelerinin yanı sıra gitseler bile, çoğunlukla 'işe engel olduklarından' istenmeyip, kamp alanında bırakılırlar. Elektrikten, sudan dahi çoğunlukla mahrum olan kamp alanında çocuklar çamurun içinde kendilerini oyalayacakları bir şey buluyorlar. İşte, bunlardan birisi de bidondan kendisine araba yapmış, hayallerine doğru hızla yol alan bu çocuk... 


*****      *****      *****      *****      *****

Tefeci Bu Yıl da Fındık Yanık Diye Halkı Yolacak

Karadeniz’in en önemli tarım ürünlerinden biri olan fındık, son senelerde üreticinin yüzünü güldürmüyor.

AKP’nin tarım politikaları, devletin fındık alımının durması, taban fiyatlarının geç açıklanması üreticilerin en büyük üç sorunu. Ordu halkının çocuklarının önlüklerinden, kızlarının gelinliklerine, evlerinin tuğlalarından, yedikleri ekmeğe hepsinin kaynağı fındık. Ancak fındığın özellikle son on senedir değersizleşmesi üreticiyi artık canından bezdirmiş durumda. 

Görüşme yaptığımız köylüler, şunları söylüyor ‘Eskiden bizim fındıklarımızı Fiskobirlik (Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği) alırdı , taban fiyatını da o belirlerdi.Hükümet desteklemedi Fiskobirliği bıraktı fındık almayı. TMO (Toprak Mahsülleri Ofisi) almaya başladı bir süre fındığı. Sonra o da bıraktı fındığımızı almayı. Kooperatiflerin özerkleştirilmesi adı altında 4 yıl içerisinde kendinizi yapısal olarak değiştirin denildi, Fiskobirlik 4 yıllık süreci iyi kullanamadı battı. AKP 2004 Fiskobirliğe değil TMO (Toprak Mahsülleri Ofisi) ya 200000TL kredi verdi ve ona fındık alımı yaptırdı. Ziraat odalarının, Tarım il müdürlüğünün ortaklaşa oluşturduğu komisyonun belirlediği fındığın gizli maaliyeti kg başına 4,71 kr. Ancak şu anda 4,71 kr üstünde satılması mümkün görünmüyor. Piyasa 3,85kuruştan açtı.Fındığın önemli sorunlarından biriside depolama sorunu. Halkın fındığı saklayacak depoları yok. Bizler fındığı ne kadar erken pazara götürürsek o kadar düşük oluyor fiyatı. Depolarımız olmadığı için de saklayamıyoruz da. Yanlış hatırlamıyorsam Ordu da 73 tane HES projesi var bunun 24 tanesi sadece Melet ırmağı üzerinde planlanıyor. Bu da en çok Mesudiye’yi etkileyecek. Göç konusu da ilçelerden ile illerden de büyük şehirlere.’

Bu Yıl da Fındık Yandı Bahanesi
Fındıkta sömürü şimdi de farklı şekillerde sürüyor. Tefeciler köylünün kan emicisidir şimdi de modern tefecilik olarak banka kredileri devreye sokuldu. Fındıkla geçinmesi mümkün olmayan hatta fındıktan kazandıkları ile bahçenin bakımını dahi yapmakta zorlanan köylüler mecburen ya tefecinin kapısında ya da modern tefeci bankların kredi kuyruklarında. Fındık bahçeden ipotekli çıkarılıyor doğru satılıp borçlara veriliyor. Bu da yetmediğinde şimdi Karadeniz’de pek çok fındık bahçesi bankada teminat karşılığında verilmiş, borçlar ödenemediğinden onlar da elden çıkacak. Görüştüğümüz üreticilerden birisi, tefeci bu yıl da fındıklar yanık bahanesiyle halkı yolacak diyor.

Köylüler de bir İşçiler de
Fındık konusunda genelde mevsimlik işçilerin sorunları gündeme gelir. Ancak köylülerin durumu da onlardan farklı değil. Karadeniz’de toprağın giderek daha fazla parçalanmasının sonucu olarak öyle çok fazla kimse büyük üretim yapamıyor. Aynı zamanda son dönemde devletin taban fiyat ve destekleme alımını durdurmasının sonucu olarak fındık bir anlamda dalda kalmasın diye namus belasına toplanıyor. Artık bir köylülükten söz etmek de mümkün değil, köylülerde mevsimlik yaşıyor. Fındık sezonu köye çıkıp, sonra başının çaresine bakmak için büyük şehirlerde ya da merkezde çalışıyor. Sömürü tefecilerin ve şimdilerde uluslar arası tekellerin daha fazla kar hırsıyla hayata geçirilen politikalardan kaynaklanıyor. Ama mesele işte bahçede sömürülenlerin birisi patron birisi işçi oluyor!


*****     *****      *****      *****      *****

Gençler Fındık Bahçelerindeki Deneyimini Anlatıyor

Gençlik Muhalefeti olarak, paranın iktidarına karşı dayanışma için yollara düşüyoruz. Dive’den, Malatya’dan, Kemalpaşa’dan, Fatsa’dan sömürü düzenine karşı dayanışma faaliyetini büyütüyoruz. İki senedir hasat zamanı umudu yeşillendirme çabasıyla giriyoruz fındık bahçesine.

İlk günümüzü unutmuyoruz. İki sene önce 30 kişi bir günde 5 çuval fındıkla çıkmıştık bahçeden. Son gün 40 çuvalla kendi rekorumuzu kırmıştık. Fındık işçisini üreticisini dinliyoruz, öğreniyoruz. Ertesi sene acemilik dönemini atlatıyoruz denilebilir. Fındık çuvallarını atla bahçeden çıkartıp, bahçedeki işçilerle eşit sayıda fındık toplamak için öğle aramızı azaltıp terlemeye devam ediyoruz. Bir önceki sene öğrendiklerimizi de dilimize yerleştiriyoruz. Ve şimdi… fındık yeşerdi, kimisi dalından düştü, muhalefetin yola çıkma zamanı yaklaştı. 3. kez Fatsa’ya fındık bahçelerine işçinin, üreticinin yanında olmaya gidiyoruz. 23 Ağustosta Kemal Amcanın kapısını çalıp AKP’ nin geliştirdiği yeni sömürü politikalarını değerlendirip dayanışmayı örgütlü hale getirebilmek için gireceğiz bahçeye…

Fındığın Fiyatını Almanya Fındık Borsası Belirliyor
Fındıkta sömürü dünüyle bugünüyle bölgenin en temel meselesi durumunda. Dün bu mesele tefeci-tüccar sömürüsü ile ifade edilen bir durumdu. 12 Eylül öncesinde fındıkta sömürüye karşı mücadelenin odağı da tefecilerin açık senetlerle halkın emeğine el koymasıydı. Bu mekanizma bugün de kapitalizmin gelişimine uygun olarak sürdürülüyor. Tefeci-tüccarlarla artık bu sömürü daha çok bankalar aracılığı ile gerçekleştiriliyor. Bütün yıl boyunca ihtiyaçlarını ancak kredi alarak karşılayabilen köylüler bunun karşılığında bahçelerinin tapularını bankalara teminat olarak bırakıyorlar. Halkın kredi almaktan ya da tefeciden para almaktan başka bir çaresi yok. Fındıkla geçimini sağlaması mümkün değil. Çocuğunu okula göndermek, düğün yapmak, bahçeye gübre almak için sürekli paraya ihtiyaç var. Fındık ise bu ihtiyaçları karşılamaktan uzakta… Çünkü artık üreticinin ürettiği ürünle ilgili olarak hiçbir söz hakkı kalmamış durumda. Destekleme alımlarının ve taban fiyat belirlenmesinin son bulmasının ardından fındık fiyatını piyasaya hâkim olan birkaç tüccar belirliyor. Köylünün, ‘‘Almanya’daki fındık borsası benim bahçemdeki fındığın fiyatını belirliyor.’’ sözü, diğer alanlarda da olduğu gibi, fındıktaki küresel sömürü mekanizmasını da gösteriyor.

Fındıkta fiyat kontrolü Almanya’dan doğru belirlenmekte, dünya pazarındaki fındık talebinin neredeyse % 70i karadenizden sağlanmaktadır. Bugün fındık üreticisi, her geçen gün yenilenen politikalarla daha da fazla ezilmektedir. Birilerine kaliteli çikolata gibi ürünlerin yapımı için ucuz hammadde olarak pazarlanan fındıktan, emekçinin kazancı yok denilebilecek kadar azdır. Kapitalist dünya bu kadar büyük bir karın düşmemesi için, çözümü üreticinin ve işçinin sömürülmesinde bulmaktadır. Sömürülme düzeninde daha fazla sömürü metotlarının yeniden üretilmesini sağlayan neoliberal politikalar birçok alanda olduğu gibi tarımda da belirleyici olmuştur. Üreticinin ürünü üzerindeki hükmü tahayyülden kaldırılmış, fındık üreticisi emeğinin karşılığını alamamış, fındığına sahip çıkamamış ve fındıkla birlikte pazarlanan emekçinin hayatı olmuştur.

Fındık İşçisi
Fındık üreticisi kadar bahçede beraber çalıştığımız işçinin de çilesi büyük. Çeşitli illerden karadenize yazları fındık toplamaya gelen işçilere sağlanan koşullar yaşanabilirliğin altında. Fındık işçileri çalışabilmek için sunulan bu sağlıksız koşullarda adeta hayatta kalabilme mücadelesi de veriyor. Dayıbaşı ya da amele başı olarak adlandırılan ekip başları çift yevmiye ile çalışırlar ama bahçede de fındık toplamaz, ekiptekileri koordine ederler. Yani işçilerin içinde de aslında bir sömürü çarkı döner. Ekipler günlük yevmiye karşılığı birçok bahçede çalışır. Sömürü düzeni Kürt işçileri iki kat daha fazla eziyor. Kürt işçiler yıllardır fındık toplamaya gelmelerine rağmen halen ‘toplamayı iyi bilmiyorlar’ gerekçesiyle ‘yerli işçilerden’ daha az ücrete çalıştırılıyorlar. Üreticinin hali de işçinin durumunu etkilemektedir. İşçiye verilecek parayı toparlayabilmek bile gün geçtikçe fındık üreticisi için imkânsız hale gelmektedir. Fındık üretiminden kar elde edebilen, ihtiyaçlarını karşılayabilen fındık emekçileri değildir. Bu üretimin değerini, ne fındık üreticisi ne de işçisi alabilmektedir.

Kadınlar
Fındıkta da manzara değişmiyor. En erken kalkan ve en geç yatan ise yine kadınlar. Kadınlar bütün gün bahçede ve evde koşuşturmaca içerisindeler. Kadınların yaşadıkları sorunlar, hayatın her alında olduğu gibi fındık üretim sürecinde de bitmiyor. Kadınlar için ikinci mesai bahçeden eve gelir gelmez başlıyor. Evin bütün işleri; yemeği, temizliği, çocukların bakımı kadınların ikinci vardiyasını oluşturuyor. Çalışma hayatında özel olarak ele alınması gereken bir sosyal konu kadın tarım işçiliğidir. Türkiye’de kadının işgücüne katılım oranı gün geçtikçe büyük düşüş gösterse de, halen tarımda çalışanların %45,5.i kadındır. Ülke genelinde işgücüne katılan kadınların da %66,3 ünü tarım kesiminde çalışan kadın nüfusu oluşturmaktadır. Kadınlar, üretimin her aşamasına aktif bir biçimde katılmalarına karşın emeğinin karşılığını alamamaktadır. 

Sonuç Olarak
Fındığın alımı için biçilen fiyatların geç açıklanması ve düşük olması, ödemelerin geç yapılması, tarım emekçisine destek ve teşvik sağlanmaması temel sorunlardandır. Bu sömürü düzeni kökten değişmediği sürece çözüm olanaklı değildir. Fındık üreticisine devlet destek sağlamalı, işçilerin çalışma koşulları ve emeklerinin ederlerinde iyileştirmeler yapılmalıdır. Emekten yana üretici kooperatifleriyle fındık üreticisinin hakları korunaklı hale getirilmelidir. 

Nazım Hikmet’le noktayı koyalım; ‘’Kurtuluş, bir şafak vakti karanlığın kenarından, onlar ağır elleriyle toprağa basıp, doğruldukları zaman, gelecektir.’’ 


*****      *****      *****      *****      *****

Fındık Üreticisi AKP’ye Mecbur mu? - Selami İnce

AKP’nin tarım politikaları, fındık köylüsünü köyünden etti ve mevsimlik işçi haline getirdi. Ama AKP her geçen seçimde fındık diyarı Karadeniz’de oyunu artırıyor. Bunun nedenlerini, fındığı ve sorunlarını, yerinde Ordu’da araştırdık…

Her yıl Ağustos ayında başlayan“fındık hasadı” üç konuyu daha gündeme getiriyor. Birincisi, Türkiye’de hükümet eliyle tarımın tasfiyesi realitesi ve buradan kaynaklanan tartışmalar. İkincisi köylülüğün çöküşü ve çöken köylülüğün “sürdürülebilir yoksulluk” olarak kentlerdeki bodrum katlarında ve varoşlarda hükümetin “makarna – kömür” yardımıyla yoksulluğu “sürdürebilir” hatta “kalıcı” hale getirmesi. Son olarak da çoktan bir “sürdürülebilir felaket” halini almış olan “mevsimlik Kürt işçilerin perişanlığı” ve Kürt işçilere “sırf Kürt oldukları için yapılan ayrımcılık…” 

Bazı dönemler bu tartışmaların üçü birden ulusal çapta medyaya yansıdığı gibi, bazı dönemler hiçbirinin bile yansımadığı görülüyor. Bu yıl nedense konunun medyaya yansıması açısından oldukça “sakin” bir yıl geçiriyoruz. Bunun en önemli nedeni herhalde medyanın daha birçok konuda olduğu gibi bu konuyu da kanıksamış olması. Elbette bu konunun ve insanların “şok, şok, şok” bir şey olmadan ulusal çapta gündeme gelememesinin asıl nedeni de konunun taraflarının genel olarak en yoksullardan oluşması. 

Üreticisinden tüccarına, işçisinden aracısına kadar kimseyi memnun etmeyen bir tarım ürünü fındık. Kimse memnun olmadığına göre, peki neden hala üretimi yapılıyor? Bu soruya kısaca cevap vermek gerekirse, büyük oranda Ordu ve Giresun’da yetişen fındığın üretici açısından alternatifi yok. Yani endüstrinin olmadığı, endüstriyel tarımın yapılmadığı Ordu ve Giresun köylüsü fındık üretmeye mecbur. İklim ve arazi koşulları da başka bir ürün yetiştirmeye izin vermiyor. Trabzon, Samsun, Bolu ve Düzce gibi kentlerde de kısmen fındık üretiliyor. 

Herşey Kapitalizmin Hizmetindeyken Tarımın Tasfiyesi
Türkiye’de yetişen fındık aslında dünya fındık ihtiyacını da karşılıyor. Fındığının ve fındık etrafında başka şeylerin de tartışılmasının bir nedeni de bu “önem”den kaynaklanıyor. Ancak, fındığın dünyaya pazarlanmasında aracıların ya da tüccarların memnuniyetsizliğini anlamanın zor olduğunu başından söylemek gerek. Çünkü üretici ve işçinin bir şey kazanmadığı fındıktan Avrupa kapitalizmi ve Türkiye’deki işbirlikçilerinin de kazanmadığını söylemek mümkün değil. 

Avrupa ülkeleri tarım ürünlerini ve çiftçileri korurken Türk devletinin ve hükümetinin sadece fındıkta değil, bütün tarım ürünlerinde “desteklemeyi” kaldırdığını, tarımı tasfiye etmek için elinden gelen her şeyi yaptığını söylemek gerekiyor. Türkiye’de bütün değerlerin, bütün mal ve hizmetlerin evrensel kapitalizmin satın alacağı bir biçime getirilmesine itina gösterildiği son dönemde tarımı, evrensel kapitalizme sunulacak hale getirmeye çalışmamak, tarımın doğrudan tasfiyesine yönelmek herhalde yine global kapitalizmin istediği bir şey. 

“Fındıkta Sömürüye Son” 
Türkiye’de öteden beri tarım ürünlerinin üreticiye para kazandırmadığı ve öteden beri üreticilerin durumundan memnun olmadığı biliniyor. Ancak üretici memnuniyetsizliği olarak buğday üreticileri ya da şeker pancarı köylülerinden daha çok fındık üreticilerinin sesi duyuluyor. 

Bunun bir nedeni Ordu ve Giresun köylüsünün fındık dışında başka alternatifi olmaması nedeniyle canı daha çok yandığı için daha çok bağırması olsa da, bir nedeni de buralarda sol bir köylü hareketi geleneğinin olması. Kökü Mahir Çayanlara kadar dayanan ve daha sonra da devrimcilerin örgütlediği “Fındıkta sömürüye son” mitingleriyle kendini gösteren Karadeniz’in sol dalgası bütün Türkiye’de hissedilmişti. Türkiye’nin genelindeki diğer tarım ürünlerine göre, oldukça küçük ölçekli “aile tarımı” olarak yapılan Ordu - Giresun fındıkçılığı, her geçen yıl sahibine daha az para kazandırıyor ve sol köylü hareketinin daha da canlanması beklenir. Ama sonuç hiçte böyle değil. Türkiye’nin en büyük üretici mitingi geçtiğimiz yıllarda Ordu’da fındık üreticileri tarafından gerçekleştirilse de mitingden sonra gerçekleştirilen son genel seçimlerde fındık üreticisi kentlerdeki AKP’nin oy oranı Türkiye ortalamasını 10 puan geçti. Son seçimlerde Türkiye çapında yüzde 50 dolayında oy alan AKP’nin, Ordu- Giresun-Trabzon ve Samsun’daki oy ortalaması yüzde 60 civarında. 
Son dönemde moda haline gelen “oradaydım” gazeteciği açısından söyleyecek olursak fındık diyarı Ordu’daydım ve bu yazı bir “oradaydım gazeteciliği” ürünü. Buraya kadar saydığımız her şeyi yerinde incelemeye çalıştık ve bütün sorulara cevap aradık. 

Yoksul Köylü, “Daha Yoksul Kentli” Olmuş
Fındığın her geçen gün daha az para etmesiyle daha da yoksullaşan fındık üreticilerinin neden kendilerini daha da yoksullaştıran AKP’ye daha sıkı sarıldığının cevabını arayalım. Bu sorunun cevabının bir kısmını, Ordu’da yaşayan yaşlı anne ve babamın fındığını toplayan fındık işçileri üzerinde yapılan gözlemlerde bulmak mümkün. Bizimkilere her sene Ordu’nun köylerinden gelen fındık işçileri bu sene Ordu’nun merkezinden geldi. 

Fındık toplama işçiliği, “işçilikten” çok “köylülükle” ilgili bir şey. Yani geleneksel olarak ihtiyacı olan köylüler, ihtiyacı olan diğer köylülerin fındığını ücret karşılığı toplar. Ama bu yıl bahçede gördüğüm ama aslında yeni de olmayan bu değişiklik Ordu’nun sosyolojisiyle ve ekonomisiyle ilgili ciddi bir değişikliği de açıklıyor. Bu yıl bizimkilerin fındığını toplayan işçiler sonuçta bütün özellikleriyle köylüydü ama kentte yaşıyorlardı.

Yaklaşık 20 kişilik fındık işçileriyle yaptığım görüşmeler sonrasında şunları anladım: Köylüler, fındık artık para etmemeye başlayınca kente göçmüşler. Kentte de herhangi bir iş yapmıyorlar ama yerleştikleri bodrum katlarda, kenar mahallelerdeki kötü evlerde yeşil kartlı, makarna ve kömürlü yeni bir hayat kurmayı becermişler. Bu yeni kentli kesimin çocukların eğitimi için oradan buradan aldığı para, belediyenin yardımları, yukarıdaki birileri tarafından dağıtılan diğer yardımlarla ayakta kalmaları mümkün oluyor. Bulabildikleri ölçüde de yevmiye karşılığı, sigortasız güvencesiz işlere gidiyorlar. Bunu daha kaç yıl sürdürebilecekleri ya da bu tür bir yaşam biçiminin sürdürülebilir olup olmadığı tartışmalı. 

AKP Kooperatifleri Öldürdü
Yani yeni kentliler, fındıktan kaybettikleri maddi katkıyı yardımlardan kazanarak “sürdürülebilir bir yoksulluk seviyesine” ulaşmış oluyor. Bize fındık toplamaya gelen herkesin köylerinde fındığı varmış. “Köyde oturup fındığın başını beklersek yaşayamayız” diyorlar. Daha önce nasıl yaşıyorlardı? Daha önce fındık üreticisi piyasanın acımasız ellerine terk edilmemişti, fındık üreticilerinin en azından kooperatifi vardı.

Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği (FİSKOBİRLİK) Karadeniz fındık üreticilerinin haklarını koruyan, fındığının değerini artıran kooperatif yapılanmasıydı. FİSKOBİRLİK serbest piyasanın yanında üreticiden yana olan fındık alıcısı olarak piyasayı düzenliyordu. Örneğin fındık pazara inmeden FİSKOBİRLİK baskısıyla hükümet, fındığın taban fiyatını açıklıyor ve tüccar bu fiyattan daha yukarı ödemek zorunda kalıyordu. Çünkü, üretici zaten fındığını taban fiyattan FİSKOBİRLİK’e satacağını bildiği için ürünü hemen pazara indirmiyor, tüccarın dolayısıyla da Avrupa piyasasının da fiyatı yükseltmesini sağlıyordu. 

Türkiye’de kooperatifleri öldüren yasal düzenlemeden sonra FİSKOBİRLİK de komaya girdi. AKP hükümeti, yönetimi CHP ve MHP’lilerden oluşan FİSKOBİRLİK’e yardım etme yerine, batmasına ön ayak olacak bir biçimde Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) fındık alma yetkisi verdi. TMO geçen yıla kadar 3 yıl fındık aldı ve geçen yıldan itibaren “artık fındık almayacağını” açıkladı. Ardından hükümet “taban fiyat açıklamayacağını” duyurdu. Çünkü artık kamusal bir alıcı olmadığı için serbest piyasaya müdahale edilemezdi. 

Hepsi AKP’Lİ Biri Mecburen AKP’li 
Serbest piyasaya müdahale edilemeyen bir durumda fındık üreticileri hızla “işçi köylü” haline gelmeye başladı. İşte bize fındık toplamaya gelenler de bu transformasyondan nasibini alanlar. Ama bu yeni kentliler hallerinden memnun. Kimse kendini “kaybedenler” tarafında görmüyor. 

Fındık işleri arasında bahçede küçük bir kamuoyu yoklaması yaptım. Kime oy verdiğini açıklayan herkes “AKP’ye oy attığını” söyledi. Birisi “kendisi istemediği halde mecburen AKP’li olduğunu” belirtti: “Ben Numan Kurtulmuş’u savunuyordum. Şimdi HAS Parti de AKP’ye katıldığına göre…” AKP’yi neden tercih ettiğine gelince, şu cevapları verdi ve bunların tercümeleri şöyle: “Çocuk okutuyorum” (AKP bize okul masrafları parası veriyor), “sağlık hizmetleri düzeldi”, (yaşlı ve engelli için evde bakım parası alıyorum), “yollarımız düzeldi, bir sürü hizmet yapılıyor” (Kömür dağıtılıyor, başka yardımlar da veriliyor...) 

İnsanca yaşamanın bu sadakalara bağlı olmadığı bilincinin gelişmemesi ya da “sosyal politikaların” önemini kavratacak bir siyasetin bu köylülere teğet geçmesi sanıyorum fındık üreticilerinin çaresizliğini artıran etkenler arasında. Fındık üreticisi, AKP politikalarının kendisini “mevsimlik işçi” haline getirdiğinin ve sadakaya bağladığının farkında değil. 

Fındık işçileri arasında bir öğretmen, bir emekli polis, bir muhtar, iki üniversite öğrencisi ve kendini “liseyi bitirmiş ama üniversiteye girememiş öğrenci” olarak tanımlayan üç kişi bulunuyordu. Bu kesim “ek gelir” olarak çalıştığını söylüyor. Hiçbiri ÖDP’yi veya EMEP’i duymamış. İki üniversite öğrencisinden biri “Bunlar TKP gibi partiler mi” diye sordu. MHP’yi ve CHP’yi yok sayıyorlar. AKP dışında en çok ilgilendikleri parti BDP’ydi. Hepsinin ortak dileği “yeter ki Kürtler bahçeye girmesin, biz her yere fındık toplamaya gideriz”di. Yerli mevsimlik işçinin Kürt mevsimlik işçiyle rekabetinden çok, Kürt antipatisinin burada daha fazla rol oynadığı kesin. 

Hobi Üreticileri ve Küçük Tüccarlar
Karadeniz bir yandan bir kamu emeklisi cenneti. Kamu emeklisi olduktan sonra memleketine dönen memurlar, tekrar çiftçiliğe başlıyor. Birkaç dönüm toprakta adeta “hobi bahçeciliği” biçiminde fındık üretiyor ya da gücü kuvveti yerindeyse yine “hobi işçiliği” biçiminde fındık toplamaya gidiyor. 

Fındık piyasasında kıran kırana bir mücadele olmamasında bu hobi bahçecilerinin rolü sanıldığından daha büyük. Çünkü hobi bahçeciliği sadece emeklilerin değil, çalışanların da işi. Herhangi bir işi olan biri zaten geçimini o işten sağladığı için fındığı sanki bir hobi gibi yapıyor ve geçimini sadece fındıktan sağlayan kesimden kendini ayırıyor. Bu iki kesimin hiçbir çıkar birliği bulunmuyor ve hobiciler ek gelir olarak gördükleri fındık para etmeyince de ek gelirinin biraz düştüğünü düşünüyor sadece. Beyaz, küçük burjuvaları oluşturan bu kesim fındık konusunda belki diğer bütün konularda olduğu gibi “oh olsun bu halka” tutumu içinde görülüyor. 

Endüstriyel tarıma geçişin olmayacağı gözlemlenen fındık tarımının uzun erimde en azından Ordu ve Giresun’da hobi bahçeciliğine dönüşmesi kesin. Ordu ve Giresun’da bugün sadece fındıktan geçinen neredeyse hiç kimse yok. Ancak arazinin bölünmediği ya da geniş arazi alımı yapılabilen Düzce – Sakarya gibi kentlerin endüstriyel fındık tarımına yönelmesi daha akla yatkın görülüyor. Ordu ve Giresun’da alternatif ürün olarak düşünülen kivi üretimi ise, bir anda birçok köylünün kivi üretmeye başlamasıyla “değersiz” duruma düşmüş.

Ordu ve Giresun’da fındık eğer küresel şirketlere aracılık etmiyorlarsa fındık tüccarları da rahatsız. Derin bir sermayeye sahip olmayan, daha çok manav gibi çalışan bu kesim küresel sermaye temsilcileriyle rekabet edememekten, üreticiyle bu kesimler arasında yaptıkları aracılıktan para kazanamamaktan yakınıyor. 

Bu kesimlerin ve üreticilerin en çok yakındıkları konulardan biri de “alivre satış” denen daha ürünü görmeden yapılan önceden satış. Parası olan büyük tüccarlar, kışın “nakite sıkışan” küçük tüccarların ve üreticinin, ürününü alıyor. Hasat zamanı, alivre satıştan para aldığı büyük tüccarın parasını ödemek zorunda olan ve bu yüzden fındığı ucuza kapatmak isteyen küçük tüccarla, alivre satış yapsa da fındığını yok pahasına elinden çıkarmak istemeyen köylüler arasında da bir çıkar çatışması ayrıca çıkıyor. 

Fındığın en alttakileri ise, Türkiye’nin de en alttakileri olan Kürt mevsimlik işçileri… Her ikisinin derdine çözüm olacak program ve siyasetin ortada görünmediği de ayrı bir realite. 

Sürdürülebilir Doğal Afet: Kürt Sorunu ve Mevsimlik İşçiler
Gazetenin diğer sayfalarında Gizem’in mevsimlik Kürt işçileriyle ilgili gözlemlerini ayrıntılarıyla okuyacaksınız. Gizem ile birlikte Ordu’da Efirli ve Uzunisa mevsimlik işçi kampına yaptığımız ziyaretlerde işçilerle yapılan konuşmalardan ve fındık üreticilerinin “Kürt ameleler” hakkındaki görüşlerinden edinerek söylenebilecek ilk şey şu: “Hayır, Kürtlerle Türkler eşit değil, Kürt ve Türk işçiler de eşit değil…” Zaten “piyasanın görünmez eli” de böyle düşünüyor ki, işçi parası belirlenirken kesin bir ayrımla Türklerin, Gürcülerin ve Kürtlerin ücretleri üç kategoride belirlenmiş. Doğal olara en düşük ücret Kürtlere veriliyor. 

Son dönemde Türkiye’nin bütün kentlerinde ve istisnasız bütün ortamlarda “Kürtleri savunmak zorunda” kalıyorum. Kürtleri savunduğum bütün ortamlarda hiçbir zaman bu yılki kadar tek başıma kaldığımı görmedim. Eğitim düzeyi, mesleği, yaşı, Kürtlerle doğrudan ilişkisi olup olmadığına bakılmaksızın hemen herkeste en hafif deyimle söylemek gerekirse bir “Kürt antipatisi” gelişmiş. Bütün ortamlarda Kürtler hep “haksız”, Kürtler hep “suçlu” durumda. 

Kürtler, yoksullukları, mevsimlik işçi olarak çalışmaya gitmeleri, çok çocuklu olmaları, çocuklarının eğitimsizliği, anadillerinin Kürtçe olması, fındığı iyi tanımamaları, daldan fındığı yaprakla koparmaları gibi nedenlerden dolayı “hep haksız” durumda. PKK, BDP, “kaçak elektrik kullanımının bölgede yüksek olması”, “Kuzey Irak’ta kurulan bağımsız Kürdistan” veya “Kuzey Suriye’de de Kürt devleti kuruluyor” olması gibi nedenlerden dolayı da “hep suçlu” gösteriliyor. Bunları Ordu’da da yaşadım. Hem de “şehit cenazesinin gelmediği” sakin ortamlarda. Hem de “arkadaşlarla” konuşurken. 

Bir arkadaş sonunda sihirli cümleyi söyledi de arkadaşlarla kısmi bir uzlaşı sağladık: “Din konusunda tartışmak doğru değil ya, artık Kürtler konusunda da tartışılmasın…” Bu aslında şu anlama geliyor: “Herkes istediği gibi dini ideoloji lehine, Kürtler aleyhine konuşabilir, sen sesini çıkarma! …“Yani egemen Türk- İslam ideolojisi en azından taşrada kesin zaferini ilan etmiş durumda. 

Ama bu zafer hiçbir biçimde Kürt çocuklarının yılın altı ayı yalın ayak tarladan tarlaya koşmasını engellemiyor ve kendi deyimleriyle Kürt çocuklarının “rezil hayatlarında” en küçük bir iyileşmeye nende olmuyor. Yıllardır binlerce Kürt çocuğu eğitim, sağlık hizmeti, oyun gibi temel çocuk ve insan haklarından mahrum olarak amale çadırlarında yaşıyor, tarlalarla çalışıyor. Sadece bu bile Kürt sorununun bir yanıyla artık “sürdürülebilir felaket” ya da “sürdürülebilir doğal afet” olarak görülmeye başlandığını gösteriyor. 

Türkiye bıraksın Kürt sorununu çözmeyi, mevsimlik Kürt amelelerinin çocuklarının eğitim, barınma ve beslenme sorununu çözsün yeter! 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder