22 Ağustos 2012 Çarşamba

O BÜYÜK GÜN GELDİĞİNDE: MUSTAFA ÖZENÇ

Çektiğin acılar karşısında sessiz kalmak zordur. Bunu başara bilmek için ya iyice biat etmeye alışmış olmalısın ya da sindirilmiş, ezilmiş olmalısındır. Ama sana yapılanlara sessiz kalmandan daha acısı da vardır. Eğer ezene, sömürene, öldürene yani katillere, yani faşizme, yani oligarşiye karşı ezilen için, sömürülen içini, katledilen için ses çıkarmıyor ve sessiz kalıyorsan işte en acısı da budur. Kendimize yapılanları garip bir psikolojik durum olarak çoğu zaman görmeyiz ya da görmezden geliriz… Ama karşımızdakine yapılan ayan beyan gözlerimizin önünde cereyan eder. Bu tür durumlarda sessiz kalmak ise ya işbirlikçilik anlamı taşır ya da korkaklığın, yitmişliğin, geri çekilmişliğin ve acizliğin daniskasıdır. Size bahsedeceğimiz adam bu ikilem ile kuşkusuz karşı karşıya kalmıştır. Pek tabi, ülkenin 1980 öncesi durumuna baktığımızda karşımıza çıkacak tablo sürekli katleden faşistler ve onları kollayan devlet görünümündedir. Hatta öyle ki devlet bir noktadan sonra bu katliamların ortağı olmaya başlamıştır. Tabi bu cambaz oyunun arkasında ki asıl aktör her zaman aynıdır; ABD ve küresel sermaye ile onların yerli işbirlikçileri. Bahsedeceğimiz adamda bu net manzara karşısında seçimini Türkiye halklarının DEVRİMCİ YOL’undan yana kullanmıştır. 

Aslında doğrusuda budur. Eğer geldiğin yeri unutmamışsan ve seni yaratanlara ihanet etmeyi düşünmüyorsan seçimin budur. Eğer insanlar fakirlikten dilenmesin istiyorsan, üreten emekçi alın terinin karşılığını alsın istiyorsan, bir Kürt veya bir Alevi inancından, kimliğinden dolayı öldürülmesin istiyorsan yani sözün, yetkinin ve kararın sahibi olarak üretenleri, halkı görüyorsan seçeceğin budur. Bahsettiğimiz bu adam Mustafa Özenç. 

Mustafa Özenç üniversite okumak için geldiği Adana’da bu bahsettiğimiz ikilemlerin hepsini yaşamış ve seçimini belki de sonunu bile bile Türkiye halklarının geleceği için mücadele etmekten yana kullanmıştır. O halkı için mücadele etmiş ve bu uğurda işkencelere direnmiştir. Devlet uyduruk bir yargılamayla onu katletmesine rağmen devlet hala ondan ve onun yolunu takip edenlerden korkmaktadır. Hala onu ananlar mahkemelerde yargılanıyor ve yıldırılmaya çalışıyor. Ama onun inandığı üretenlerin yönettiği bir ülkeye, bu günde inanalar var ve tüm saldırılara karşı dimdik ayaktalar. Bu gün onun ismini taşıyan ve taşımayan binlercesi onun izinden Türkiye halklarının emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı mücadelesinde kurtuluşa kadar savaşacaklarına yemin ediyorlar. Bu gün tüm yılgınlığa, kaybedilmişliğe rağmen hala binlerce genç sosyalizmi mümkün kılmak için, onun değişiyle ‘O Büyük Gün’ü getirmek için yürüyor. Evet önümüzde ne olursa olsun, karşımıza ne çıkarsa çıksın durmayacağız. Çünkü ya bir yol bulacağız ya da Özençler gibi DEVRİMCİ bir YOL yaratacağız! 

Mustafa Özenç Kimdir?
1959'da doğduğu Samsun'da okumaya başladıktan sonra '76-77'de Yüksek Mühendislik Okulu'na, Adana'ya gitti. Burada faşist güçlerin etkinliğinin sonucu olarak, öğrencilere ‘ya okulu bırakıp eve dönmek ya da faşist saflara katılmak’ seçeneği sunuluyordu. Mustafa Özenç ikisini reddederek, faşistlere karşı mücadeleyi tercih edip devrimci gençlik mücadelesine katıldı.

Özenç, okulundaki faşist işgalin kırılmasında önemli rol oynadı. Sonrasında Adana'da devrimci fikirlerin etkinliğinin artmasında ve yayılmasında önemli etkileri oldu. Bugün olduğu gibi o zaman da devrimci düşüncelerin yeşermesini istemiyordu iktidar, baskılar baskıları getirdi ardından 12 Eylül faşist darbesi gerçekleşti. Bir kere yakalandı ve kaçtı. Ardından, 2 Mart 1981'de yakalandıktan sonra 5 ay bile geçmeden idam kararı onaylandı ve 20 Ağustos 1981 günü idam edildi. Bu süre zarfında avukatıyla bile görüştürülmedi ve idamından sonra 10 yıl boyunca mezarı bulunamadı. 10 yıl sonra cezaevinden çıkan arkadaşları mezarını buldu ve bugün 21 yıldır mezarı başında anmalar düzenleniyor.


Muhittin Çoban anlatıyor:
"Ailenden ilk kez ayrılıyordun. Yalnızlığın ne demek olduğunu bilmiyordun. Ama öğrenecektin bir başına yaşamayı. Bildiğin, yapmak istediğin tek şey vardı: Okumak. 

Kalacak yerin yoktu, kimseyi de tanımıyordun. Yıırt aradın, ev tutamazdın. Adana'daki yurtları dolaştın. Erkek Lisesi Öğrenci Yurdu'na kaydını yaptırıp yerleştin. O dönemde kaldığın yurt faşistlerin saldırı üssü durumundaydı. Tabii sen bunu bilmiyordun. Bilsen de önemli değildi. Siyaset yapmaya gelmemiştin.

Yurttaki ilk gecendi. Köşedeki masaya oturdun. Ürkek ve çekingendin. İzin istemeden oturdular; soru yağmuruna tuttular seni: Adın ne, nerelisin, hangi okulda okuyorsun, liseyi nerede okudun, siyasi görüşün ne; sağcı mısın, solcu musun...

Sıkılarak da olsa soruları yanıtladın. Siyasetle uğraşmadığını, ne sağcı ne de solcu olduğunu söyledin. "Burada ülkücülerden başkasına yer yok. Ya ülkücü olursun bizim faaliyetlerimize katılırsın; yoksa ne okula sokarız seni ne de yurda" dediler. Okumanı engellemekten söz ediyorlardı. Korktun ses çıkarmadın. Okumak zorundaydın.

İlerleyen günlerde yurtta yaşam daha da dayanılmazlaştı. Derneğe, partiye, cezaevindeki ülkücülere yardım adı altında para toplanıyordu; istemeyerek de olsa para veriyordun. Verdiğin her kuruş yüreğiııe oturuyordu. Okula toplu gidiyorlardı. Seni de aralarına soktular. Okulda devrimci öğrencilerle çıkan kavgalara seni de sokmaya zorladılar. Samsun'dan Adana’ya gelirken hiç bunları düşünmemiştin. Kavga değil, okumak istiyordun.

Yurtta senin gibi değişik şehirlerden gelen insanlar vardı. Onlarla tanıştın, arkadaşlıklarınız güçlendi. Faşistlerin baskısından bıkmışlardı. Birlikte ev tutmaya karar verdiniz. Gecekondu mahallesinde bulduğunuz eve yerleştiniz.

Öğrencilerin önüne iki alternatif sunuluyordu; ya okulu bırakıp memleketinize dönecektiniz, ya da okumak için kendi saflarında yer alıp devrimcilere düşman olacaktınız. Faşistlerin safında yer almayacak kadar nefret doluydunuz.. Okulu da bırakmadınız. Faşistlere karşı mücadele ederek okuyacaktınız. Böylece devrimci gençlik saflarında yerinizi aldınız.

Mühendislik'teki faşist işgalin kırılmasına büyük bir istekle ve gönüllülükle katıldın. Faşizme karşı mücadelenin yoğun pratik eylemliliği içerisinde kendini hızla eğitip, olgunlaştırdın. Kendini ve aileni kurtarma düşüncesi artık yerini ülke halklarının kurtarılması düşüncesine bırakmıştı.

Adana Mühendislik Yüksek Okulu'ndaki faşizme karşı mücadele içerisinde militanlaşmış Devrimci Gençlik hareketinin neferi, lideri durumuna gelmeye başlamıştın. Zillidede mahallesinde faşist işgalin kırılması mücadelesinde yer almak için geldin."
Muhittin Çoban'ın pek çok kişiyle görüştükten sonra ortaya çıkardığı, Mustafa Özenç'in yaşamıyla ilgili "Yaşamın Adını Koymuştun Sen Mustafa Özenç" adlı çalışmasının çeşitli bölümlerinden yararlanıldı.

Bir Arkadaşı Anlatıyor:
"Onu tanıyanlar için işte abartmasız Mustafa: olağanüstü mütevazi, olağanüstü sade, soğukkanlı, az konuşan, militan ve coşkulu bir ruh ve bitmez bir enerji kaynağı:  O daha çok mahallelerdeki militan mücadelenin içinde oldu. 1978'de Zillidede mahallesindeki faşist işgalin kırılması aşamasında yakalandı, bir günlük gözaltından sonra serbest bırakıldı. Daha sonra Barkal, Diap, Nedimbey ve Fevzipaşa mahallelerindeki faşist işgallerin kırılması mücadelesinin de içindeydi. Bu mahallelerdeki faşist örgütlenmeler halkla birlikte bir ay gibi kısa bir sürede dağıtıldı.

Sonraki yıl Manteks fabrikasındaki faşist MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) örgütlenmesinin geriletilmesi ve giderek de yokedilmesinde fabrika çalışanlarıyla birlikte mücadele işinde yer aldı.

Artık onu herkes tanıyordu. Gençliğine rağmen herkesin sevdiği biri haline gelmesi tüm zamanını ve enerjisini halkına adamasındandı. Mahallelerde herkes onu evine almak için birbiriyle yarışırdı. 1979'da Direniş Komiteleri'nin örgütlenmesi onun en önemli işi haline gelmişti."

Muhittin Çoban Anlatıyor:
"... Faşistler Nedimbey mahallesinde saldırıya geçmişler, sol görüşlülerin dükkanlarını kırıp dökmeye, yakaladıkları solcuları öldüresiye dövmeye başlamışlar. Mahalleyi tanıyan birini gönderdin. Gerekli bilgileri aldıktan sonra iki silahlı grup oluşturdun. İki ayrı koldan mahalleye girildi. Kahvehaneye yakın yerde iki grup birleşti.

Çatışma başladı. Sokaklar boşaldı, insanlar yerine mermiler dolaşıyordu. Çatışma uzun sürdü, polisin siren sesleri gittikşe yaklaşıyordu. Dağılarak geri şekildiniz. Peşinize polisler geliyordu. Bir kavgadaşınla birlikte Yenidam Köyü'ne doğru kaçtınız. Toprak yolun kenarında bir motosiket gördünüz, sahibi ağaçların içindeydi. Motosikleti 50 metre kadar sürüp çalıştırdıktan sonra hızla uzaklaştınız. Geceyi köyde geçirdikten sonra, motoru aldığınız yere bıraktınız.

Diap dışındaki bölgelerde faşist işgalin kırılması tamamlanmıştı. Bir gece geç saatte Diap'a gittiniz. Üç kişiydiniz ve faşistlere görünmemeye çalışıyordunuz. Ama polislere göründünüz. Polisin yavaşlamasından heyecanlanan üç adım arkada yürüyen kavgadaşın kaçtı. Minübüs durdu, iki polis kaçanın peşine düştü. Diğer üç polis de sizi duvara dayayıp elleriniz havaya kaldırttı. Arama yaparlarsa silahı çekip polisleri etkisiz hale getirip kaçmayı düşünüyordun. İki polis soluk soluğa geldi, kaçanı yakalayamamışlardı. İkinizi minübüse atıp karakola götürdüler. Üstünüz aranmadı, sorguya çektiler; kaçanın kim olduğunu soruyorlardı. Tanımadığınızı ısrarla söylediniz. Aranıp aranmadığınız araştırdılar; aranmıyordunuz. Serbest bıraktılar.

Sabah işi olduğunu söyleyerek yanından ayrıldı Atilla Yazgan. Öğle saatlerinde dolmuş.uluk yapan dayısıyla karşılaşıyor. Birlikte eve gidiyorlar. Diap'a girdiklerinde faşistler Atilla’yı görüyor. Durakta etrafını çeviriyorlar. Kaçıp kurtulmak için silahını şekiyor, korkutmak için ayaklarının dibine doğru sıkıyor. Mermisi tükeniyor. Faşistler ortalarına alıyorlar; biri sopayla başına vurup yere yıkiyor. Bir diğeri önce dayısını vuruyor, sonra kalan mermileri Atilla'nın vücuduna saplıyor. Dayısı hemen ölüyor, Atilla 15 gün sonra.

Duyunca çok üzüldün. Hesabını sormak istiyordun. Kavgadaşlarını alıp Diap'a gittin. Diap polis kaynıyordu, olayın katilleri aranıyordu. Yolda ekiple karşılaştınız. Polisler şüphelenmişti; peşinize düştüler. Kaçmaya başlamanızla birlikte polisler silahlarını ateşlediler. Karşılık verdiniz. Muzaffer Ağu yaralandı. Bir süre daha koştuktan sonra yere yıkıldı kaçamadı.

Sen kurtulmak işin bir bahçeye girdin. İncir ağacına çıktın. Ama kurtulmayı başaramayıp yakalandın. Bahçenin işinde dövmeye başladılar; tekmeliyorlar, yumrukluyorlardı. Suratın kan içinde kaldı, burnundan çeşme gibi kan akıyordu, karakola götürdüler, işkence orada da sürdü, direndin, tutuklanıp cezaevine kondun ama onurunu korudun, sır vermedin.

Tutsaktın artık. Bu senin için çok zordu. Dışarıda yaşamın işinde, kavganın ortasında olmak istiyordun. Hep özgürlüğü düşündün, duvarları aşmanın planlarını yaptın. Kendini eğitmek, yetiştirmek, daha iyi düşünebilmek için okudun, araştırdın.

Günlerce düşündünüz, tartıştınız, olanakları değerlendirdiniz; sonunda tünele başladınız. Bir buçuk ay gece gündüz ekipler halinde çalıştınız. Tünel için cezaevi banyosunu kullanıyordunuz. Kapıyı kaynakla kapattırmıştınız, giriş çıkışı küçük pencereden yapıyordunuz. Çıkarılan toprak, banyonun kabinlerine sıkıştırılarak konuyordu. Hesaba göre çıkışa bir-bir buçuk metre vardı. Bir günlük süre!

Beklenmedik bir olay oldu: İsmail Şahin kabloya takılıyor, bedeni elektrik doluyor. Damarlarındaki kan henüz pıhtılaşmamıştı, vücudu sıcaktı. Suni teneffüs ve kalp masajı yaptınız. Hastaneye gönderilmekten söz edilince karşı çıktın:

"Duygusallığa gerek yok. Görmüyor musunıız vücudu gittikçe soğuyor. Hastaneye gidinceye kadar kanı tamamen pıhtılaşır. Boş yere onlarca insanın geleceğini, özgürlüğe gidişini engelleyemeyiz. İnanıyorum ki, o da bunu isterdi. Bu işi saklı tutmalıyız. Tüneli tamamlayıp büyük firarı gerşekleştirmek zorundayız" dedin. 
İsmail Şahin'i koğuşa götürüp üstünü değiştirdiniz. Hemen idareye götürüp hasteneye götürmeşlerini istediniz. Müdüre koğuşta tamirat yaparken ceryana kapıldığı söylendi. Aynı yalan diğer tutsaklara da söylendi. Cezaevi derin sessizliğe gömülmüştü....

Gözyaşlarına hakim olamayanlar ağlıyorlardı. Bu arada bir kişi de idare'de telefonun başında bırakılmıştı. Hasteneden gelecek haberi bekliyorlardı. 

T'ünel çalışması yapanlar 4. koğuşun mutfağında toplanmışlar, ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Ya tüm riski göze alıp birgün daha tüneli kazıp istenilen yerden çıkacaklardı; ya da o gece tüneli açıp kaçışı başlatacaklardı. Uzun tartışmalardan sonra o gece firarı gerçekleştirme kararı alındı. O sırada İsmail Şahin'in kurtulamadığı haberi geldi.

Saat gecenin on biriydi. Firar edecekler iki gruba ayrıldı. İlk otuz bir kişi tünele indi. Önde sen vardın. Çıkış deliğini aştın, kafanı yavaşça çıkardın. Tünelin sonu asker kulübesine yakındı. Devriye gezen askerleri gördün. Askerler uzaklaşınca sessizce çıktın, sürünerek tel örgüyü geçtin. Arkandan iki kişi daha çıktı. Onlar da görünmeden kaçmayı başarmıştı. Dördüncü bir süre süründükten sonra ayağa kalkıp kaçmak istiyor. Askerler farkedince ateş açıyor. Beşincisi sadece kafasını çıkartabiliyor. Kafasını çıkartmasıyla çekmesi bir oluyor. Tüneli hızla boşaltıyorlar. Silah sesleri yoğunlaşıyor; üç saatten fazla... O gün 20 Haziran 1980'di."

Mustafa Özenç, bir kaç ay sonra 12 Eylül gelince bir grup arkadaşıyla birlikte Tarsus Karabucak Ormanı'na çekildi. 7 Ocak 1981 günü Ayhan Alan ile birlikte motorsikletle arkadaşlarının yanlarına dönerlerken, orman bekçisi Hayri Şimşek'in ihbarı üzerine düzenlenen operasyonun içine düştüler. Çıkan çatışmada Ayhan Alan yaralı yakalandı. İlk anda yakalanmayan Mustafa Özenç de çok geçmeden yakalanarak sorgu için Tarsus'a Jandarma Karakolu'na götürüldü.

Bir Arkadaşı Anlatıyor:

"Karakoldaki astsubay erlere dönüp bağırır· "Çözün şunun ellerini, bunlar ancak masum ve savunmasız insanları vururlar, bunlar satılmış ve korkaktırlar." 

Erler kelepşeyi çözerler. Mustafa'da yakaladıklarında bulunamayan bir silah vardır. Kelepçesi çözülür çözülmez Mustafa silahı çeker ve önce muhbir bekçi Hayri Simşek'e ateş eder, ardından silahına davranan Astsubay H. Hüseyin Özcan'a bir el ateş eder, silah seslerini duyunca odaya gelen Astsubay Nihat Özbay'a da ateş eden Mustafa, erlerin arasından elde silah geçer. Çıkış kapısında silahına davranan jandarma eri Şaban Öztürk'ü de vurduktan sonra kaçıp gider.

Bir fırında iki gün saklanan Mustafa, Adana'daki arkadaşlarına telefon ederek yerini bildirince arkadaşları gelip onu Tarsus'tan götürürler. Bu arada heryerde, Adana'da Mustafa aranıyor, üstüste operasyonlar düzenleniyor.

Ve nihayet yerini saptayan Cunta güçleri 2 Mart 1981 günü Adana'da İstiklal mahallesinde düzenledikleri bir operasyonda Mustafa’yı yeniden ele geçirirler. Hemen sorguya alınan Mustafa, Karakol eylemi dışında hiçbir suçlamayı kabul etmez. Kısa süren bir göstermelik yargılamadan sonra 13 Mart 1982 günü Adana 1 nolu Askeri Mahkemesi kararı verir: İdam!

Oldukça hızlı bir onay süreci yaşanır. Askeri Yargıtay'ın onayından sonra Cunta'nın generalleri de basarlar imzayı."

Mustafa Özenç, beş ay süren ölüm bekleyişini şiirler ve mektuplar yazarak geçirir.

Mustafa Özenç Anlatıyor:
"Ben hiçbir karşılık gözetmeksizin, kendimi Türkiye emekçi halklarının sömürü, baskı ve zulme karşı verdikleri "insanca yaşama” mücadelesine adadım. Bizatihi emperyalizm tarafından yönlendirilen oligarşinin resmi, sivil tüm güçleriyle halka karşı ilan ettiği sindirme. köleleştirrne, yok etme savaşına karşı Türkiye halklarının "DEVRİMCİ YOL"unda mücadele ettim.

Yürüdüğüm yolun engebeli. dolambaçlı ve sarp olduğunu biliyordum. Doğruluğuna inandığım bu yolda ilk düşen de ben değilim. Son düşen de olmayacağım. Bu savaş kurtuluşa kadar sürecektir.

İnsanlığın bu onurlu savaşında bir sıra neferi olarak ölmek, ölümlerin en yücesidir.

Er ya da geç... Zafer Türkiye emekçi halklarının faşizme karşı birleşik devrimci savaşının olacaktır.

Her zaman için onur duyduğum. birlikte olduğumuz Türkiye emekçi halklarının kurtuluşu uğrunda omuz omuza çarpıştığımız Devrimci Yol saflarından beni ancak ve ancak ölüm ayırabilirdi. Ki bu da, geride mücadelemizi "kurtuluşa kadar" sürdürecek yoldaşlar olduğu müddetçe, şerefli bir nöbet teslimi olarak, beni hiçbir şekilde korkutacak bir olay değildir. Ancak istemeyerek bu nöbeti teslim ettiğim için üzüntü duyabilirim. Türkiye'de devrim yapmak için yola çıkan siyasi hareketimiz, izlediği doğru eylem ve mücadele çizgisiyle kısa sürede büyük mesafeler katetmiş ve emekçi kitlelerin büyük sempati ve güvenini kazanabilmiştir. Bu arada çeşitli eksikliklerimiz dolayısıyla sınıflar mücadelesinde yetişmek olanağı bulamadığımız olaylar olmuştur.

Devrimci Hareketimizin kazandığı prestijde hiç kuşkusuz, yiğitçe çatışarak, ya da işkence tezgahlarında direnip sır vermeyerek, ölen, sakat kalan ve zındanlara tıkılan yoldaşlarımızın payı çok büyüktür. Ne yazık ki yiğit yoldaşlarımızın kanı pahasına sağlanan bu prestije gölge düşüren, devrimci hareketimize önemli ölçüde zarar veren dönekler ve hainler de çıkmaktadır. Bunlar zora gelince "paçayı kurtarma" düşüncesiyle bir anda Türkiye emekçi halklarına karşı sorumluluklarını unutmakta ve acizlikleriyle hem kendilerini hem de diğer birçok kişiyi utanacak duruma düşürmektedirler.

İşin ilginç yanı böyle alçaklar, genellikle fazla işkence görmekten ziyade, psikolojik zayıflıktan dolayı çözülmektedirler.

Herşeye karşın Devrimci Hareketimizin bu sorunların üstesinden geleceğine ve Türkiye Halklarının kurtuluş bayrağını oligarşinin burçlarına dikeceğine olan inancım tamdır.

Bu inançla sizleri selamlar, devrim yolunda başarılar diler ve satırlarımı büyük devrimci CHE'nin şu sözleriyle bitiririm:

"Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin 
savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa 
ve silahlarımız elden ele geçecekse, 
başkaları mitralyoz sesleriyle, 
savaş ve de zafer naralarıyla 
cenazelerimize ağıt yakacaklarsa, 
Bu uğurda ölüm hoş geldi, safa geldi."
Arkadaşlarına yazdığı son mektup


"Sevgili Babacığım

Hepinizi ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Sizin de beni ne derece sevdiğinizi ve en iyi şekilde yetiştirmek için ne çok çaba ve fedakârlıklar gösterdiğinizi de biliyorum. Sizlere bu satırları yazmamın nedeni kendinizi bu konuda suçlamamanız içindir. Siz bana karşı görevinizi fazlasıyla yerine getirdiniz. Bu yüzden sizi kimsenin suçlamaya hakkı yoktur. Buna yeltenenler olursa, bilin ki onlar bile bile, ya da bilmeyerek bu sömürü düzenine köleliği savunanlardır..

Ben yolumu kendim çizdim. Şu veya bu şekilde. kişisel hırs ve çıkarlar uğruna düzene sadık köleliği değil: emekten 
ve emekçiden yana olmayı, sermaye ve onun egemenliji ile sömürüsüne dayalı düzene karşı mücadeleyi seçtim.

Yürüdüğüm yolun ne kadar sarp, engebeli, dolambaçlı olduğunu da biliyordum. Çünkü sömürücü sınıf emperyalizme göbeğinden bağımlı, çıkarları emperyalizmle aynı yönde ve devlete egemendi. Bu egemenlik ve saltanatı sürdürebilmesinin temel koşulunu; baskı ve şiddete dayalı politika ve bunu tamamlayan yalan, demagoji v.b. propaganda oluşturuyordu.

Zaten hiçbir zaman istikrara kavuşmayan, emperyalizme bağımlı, çarpık kapitalist düzenin açmazları derinleştikçe; baskı ve şiddet o ölçüde artmaktaydı...

Nitekim önce sivil köpeklerini halkın üzerine saldilar. Okulları, işyeri ve mahalleleri faşist zorbalara işgal ettirerek, geniş emekçi kitleleri, demokrat aydın ve öğrencileri köleleştirmeye çalıştılar. Katliamlar yarattılar. Olan bitenleri “anarşi ve terör” diye açıklayıp, sınıf mücadelesini örtbas etmeye kalktılar. Bütün bunlar yetmedi. Sivil sıkıyönetim, bölgesel sıkıyönetim ve arkasından 12 Eylül... Emekçi sınıf ve tabakalarının kazanılmış tüm haklarının ortadan kaldırıldığı bir ortam. Herşey önceden hazırlanmış bir oyunun parça parça sahnelenmesi idi. Her sahnede baş rol oyuncuları değişiyordu. Ve Türkiye emekçi halklarının devrimci mücadelesinin yükselmesini önleyemedi. Hiçbir zaman da önleyemeyecektir.

Ben ve daha yüzlerce kişinin öldürülmesi, ülkemizde yaşanan sınıf savaşını durduramayacak ve bu savaş, bu bozuk düzen tüm pislikleriyle tarihin çöp sepetine atılıncaya kadar sürecektir.

Sizlere veda mesajı olarak yazdığım bu satırları bitirirken, tek isteğim sabır ve iradenizi koruyarak; bu olayı bir aile faciasına dönüştürmemenizdir. Hepinize sonsuz selâmlar, saygılar ve sevgiler.

Elveda..."
Ailesine yazdığı son mektup

20 Ağustos 1981'de Adana Cezaevi'nin infaz avlusunda gecenin üçünde Mustafa Özenç idam edilir.

Mustafa Özenç, son günlerinde Adana Cezaevi hücresinde yazdığı şu şiirle yaşama veda etti:

"O büyük gün geldiğinde 
ben kimbilir kaç yıldan beri 
ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde 
sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım 
fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi 
uyanıp, sesimi kimse duymadan 
o büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla 
kara toprağın altından, ben de haykıracağım. 
Unutup geçmişte kalan acı dünü 
kimbilir belki bir kış günü 
üzerimi yorgan gibi kaplayan 
bembayaz karın soğuğundan.... 
ya da sonbahar mevsiminde 
kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım 
ve milyonları saran o doyulmaz sevince 
ben de sessizce ortak olacağım. 
Mevsim ilkbahar sıcak bir yaz olsa da 
gece gündüz farketmez ben her zaman hazırım 
adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da 
kalmamış ta olsa şu dünyada mezarım 
hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma 
o müjdeyi ben doğadan alacağım 
nasırlı ellerce yaratılan o görkemli bayrama 
hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.


MUSTAFA ÖZENÇ: SEVDASI DEVRİMCİ YOL - MUHİTTİN ÇOBAN

mevsim dönüpde yeniden yeşermeye başlayınca rüzgar 

çıplağında o atın yine onlar koşacaklar

o çocuklar

o yapraklar

o şarabi eşkiyalar

onlar da olmasalar benim gayrı kimim var?

Can Yücel



Sevgili Kavgadaşım Özenç,

Mevsimler durmadan dönüyor, hayat durmuyor. Yapraklar önce yeşeriyor, sonra sararıp dökülüyor, ardından kış geliyor ve derken yine doğa uyanıyor toprak yeşeriyor, çiçekler açıyor, ağaçlar meyvayılıyor, kuzular şen şakrak meliyor, yürekler kabarıyor, sular şarıl şarıl akıyor.

Bir düşenler mi düştüğü yerde kalıyor?

Sen 20 Ağustos 1981 de darağacına düştüğün günde mi kaldın?

Ölenler öldüğü yerde kalır ve değişmeyen tek şey ölümdür derler!

Diyenler yaşamın diyalektiğini görmeyenlerdir. Böyle diyenler yaşamın diyalektiğini bir görseler, ölüm denen şeyin aslında bir dönüşümden ibaret olduğunu bir keşfetseler seni de, Veysel Güney`i de, Hıdır Aslan`ı da, Ali Ülger`i de Mahir Çayan`ı da çok iyi anlayacaklar, yaşam onlar için her zamankinden daha çekilir olacaktır.

Sen de, senden öncekiler gibi bir dönüşüm içerisindesin. Anımsıyor musun yanına geldiğim günü. Bir anımsa o günü! Tek değil başka,kavgadaşlarında vardı yanımda. Başucunda durmuş, etrafında halka olmustuk. Nede güzel kokuyordu üzerinde yeşeren otlar ve nede güzel açmıştı üzerindeki çiçekler, renkleri canlı, kokuları kalıcıydı.

Ve bugün kavgadaşların sokaklarda yürüken, fabrika önlerinde greve duruken, okul önlerinde eğitim sistemini protesto ederken, bildiri dağıtırken varoşlarda, mitinğlerde "Mahirlerden Özence Selam Olsun..." derken senin darağacında can verip yok olmadığını, sürekli dönüşüm halinde olduğunu göstermiyor mu bizlere?

Sen artık sen değilsin Özenç, sen artık sadece kendine ait değilsin, sen artık sadece ananın babanın oğlu değilsin, sen sadece kız kardeşinin kardeşi, iki yaşında bıraktığın Fatih`in abisi, bizlerinde kavgadaşı değilsin sen sadece; Sen herkessin. Herkesi sen de, senide herkeste görebiliyorsak bu ölmediğinin, dönüşüm halinde olduğunun kanıtı sayılmaz mı?

Evet Kavgadaşım,

Seninle, İlyas Has`la, Hıdır Aslan`la, Vesel Güney`le, Veli Eskili`yle, Ayhan Alan`la, Ali Ülger`le, Soner İlhan`la yeniden diyerek yola düştü, sokaklara çıktı kavgadaşların. Yaşanacak, yaşanılacak bir dünyayı aramak ve sizlerin yarıda bıraktıkları ütopyayı tamamlamak icin.

Yeniden, evet yeniden, eskinin tekrarına düşmeden, tarih tekerürden ibaretmis dedirtmeden, geçmişin inkarina düşmeden, sorgulayarak, eleştirisini yaparak, yeni mücadele yöntemleri üreterek, sosyalist yaşam biçimini yeniden üretmenin telaşına girerek, 21. yüz yılın Devrimci yolunu yaratıyorlar.

Kimilerimiz inançlarımızı yiyip inançsız kalsakta, kimilerimiz boş hayalmiş bunlar desede, kimilerimiz "biz bu yollardan çok geçtik" şarkısını söylese de, sen de biliyorsun ki insanın insanlaşması sürekli yeniden demekten, çağımızın Devrimci yolunu yaratmaktan geçizor. Bilmeliyiz ki her attığımız adım bir önceki adımımıza benzesede aynı adım değil, yeni attığımız adımımızdır o; ve bizler tıpkı senin gibi bir önceki biz değilizdir.

Yenilgiler oldum olası korkutmuştur bizi. Yenilgiler felaketimiz olmuştur hep. Herşeyin bittiği yolcuların indiği son duraktır artık, ondan sonrası yoktur. Kaderine razı gelmek, buraya kadarmış demek, bir köşeye kıvrılmak, seyircileşmek, anılarla avunmak vardır.

İşte bu noktada başlamıyor mu insanın insanlığından uzaklaşması, kendine yabancılaşması, sorunlarına karşı duyarsızlaşması , bireycileşmesi, refleksizleşmesi, heyecansızlaşması?

Böyle mi bakmalıyız yenilgilerimize, böyle mi algılamalıyız yenilgilerimizi, yenilgilerimiz bizi böylesi edilgen noktalaramı taşımalı, bizi mezarımızın kıyısına mı sürüklemeli?

Yenilgiler insanlığın yengisi olmustur hep. Her yenilgi görkemli zaferlerin ilk basamağı olmuştur hep, bunu neden görmek istemeyiz ki?

Yaşamda bunun üzerine kurlu değil midir?

Düşünelim, bir kez daha yeniden düşünelim! Yaşamda iyiyle kötünün, güzelle çikinin, yeniyle eskinin, olumluyla olumsuzun, yaşamla ölümün arasında hep bir savaş vardır, uzlaşmaz çeliskiler içerisindedirler, bitimsiz kavgaları vardır. Kimi savaşlar uzun sürer, yeni eskiyi hemen yenemez, dönüşümünü hızla gerçekleştiremez; ama sonunda yeni eskiyi yener, dönüşüm santim santim gerçekleşir. Bu savaşım anında kimi dönemler yeninin eskiye karşı gücü zayif olur, eskiyi altedemez. Bu altedememesini biz güçsüzlük, yanlışlık olarak algılıyoruz her nedense. Bu bizim yanılgımız, bu yanılma hayal kırıklığı yaratıyor, bu hayal kırılmasıda inançlarımızı yedirtiyor, yaşamdan kopartıyor, yaşama küstürüyor, insanlığımızdan ıraklaştırıyor, bizi biz olmaktan çıkartıyor.

Bir insanın yememesi gereken şey inancı, kaybetmemesi gereken tek şeyse umuduymuŞ!

Mahirlerden Özence derken yenidenliği ve umudu ifade ediyorsunuz bizler için!

Evet Özenç,

Bugünlerde bir Anayasa tartışmasıdır gidiyor. Aslında daha önceki yıllarda da tam on altı kez Anayasa değiştirildi ama hiç bu kadar tartışma yaratmadı. Bu kez bunca tartışmanın nedeni, toplumun ikiye bölünmesinin ardında yatan gerçeklik demokratık Anayasa diye halkın önüne sunulması. İşte onca fırtınada bu söylemden dolayı çıkıyor. Demokratik Anayasa hazırlamış 12 Eylülün ürünü olan AKP! Buna inanan solcularda var işin garibi Özenç. Ilımlı islamcı bir partiden, idamlara oy veren bir partiden, 12 Eylülü destekleyen bir partiden, Amerikan yandaşı olan bir partiden demokratik bir Anayasa beklenmesi, bunada inananların çıkması çok şaşırtıcı değil mi?

İşin diğer bir çarpıcı yanıysa halk oylamasının tam 12 Eylül günü olması. Yoldaşların "Hayır" diyecek 12 Eylül günü.

Sol cephe üçe bölünmüş durumda Özenç. Bır kısmı "evet" diyecek, diğer bir kısmıda "boykot" edeceğini açıkladı. Her iki tarafın amansız saldırsındayız. "Hayır" diyerek MHP‘ nin, CHP‘ nin yanında oluyormuşuz ve 12 Eylül Anayasasını istiyormuşuz yorumunu yaparak, demokratikleşmenin karşışında olduğumuzu söylüyorlar, "boykotçularda" benzer şeyler söyleyerek "devrimci tavrın" dışına çıktığımızı, burjuva sistemiyle bütünleştiğimizi anlatıyorlar. Görüyorsun değil mi Özenç 30 yıllık süreç bile solda çok şeyi değiştirmemiş? "Boykot" etmenin dolaylı olarak, örtülü olarak ve hatta utangaçlıkla "evet" demek olduğunu bilmiyorlar, buna da "devrimci tavır" diyorlar.

Bu Anayasanın hiç demokratik yanı yok Özenç; ve Ilımlı islamcılardan da demokratlık beklenemez, çünkü onlar Sivas‘ da 38 aydın insanımızı diri diri yakanlardır. Şevket Kazan Sivas katillerinin avukatlığını, Cemil Çiçek‘ te Ankara Devrimci Yol davasınında Faşistlerin avukatlığını yapandır. 

Oğuzhan Abinin (Müftüoğlu) dediğinden başka ne anlam çıkarabiliriz ki halkın oyuna sunulan bu Anayasa değişikliği için:

12 Eylül darbesinin kendisi gibi, 12 Eylül anayasası da asıl olarak o günkü kapitalist düzenin ihtiyaçları doğrultusunda, bizzat büyük sermaye örgütlerinin temsilcilerinin talimatlarına uygun olarak siviller tarafından hazırlanmıştır. 

Bugünkü AKP tarafından gündeme sokulan düzenlemeler de 12 Eylül anayasasının devamı niteliğindedir ve aynı şekilde bugünkü kapitalist düzenin yeni ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanmıştır. Bu yüzden AKP‘nin anayasa paketine hayır demenin 12 Eylül anayasasına evet demek olduğunu iddia etmenin hiçbir mantığı yoktur. Tam tersine, bu gün AKP‘nin anayasa paketine evet demek, bu ufak tefek düzeltmelerle birlikte 12 Eylül Anayasası‘na da evet demek, onu düzeltilmiş şekliyle bir kez daha onaylamak anlamına gelebilecektir.

Sevgili Özenç,

Bir de bugünlerde tehlikeli bir oyun sahneye konulmak isteniyor Ülkemizin bazı köşelerinde. En son Iğdır da, ardından Dörtyol da sahneye konuldu. Biliyorsun Ülkemizde değişik ölçeklerde 27 etnik halk yaşıyor. Bu halklardan biride Ülkemizin dogusunda yaşayan Kürtler. En doğal, en insacıl hakları talep ediyorlar, bu bile eğemenler için tehlikeli görülüyor, terörle susturulmak isteniyor Kürtler. Halklar birbirine kırdırılmak isteniyor. 12 Eylül önceside böylesı oyunlara tanık olmuştuk Maraş ta, Sıvas ta, Çorum da, Hatay da. Hatay da biraz örgütlü oluşumuzdan dolayı Maraş ta yaptıklarını Hatay da yapamamıştı faşistler. Şimdi benzerini Hatay`ın ilçesi olan Dörtyol da denediler. Büyük bir katliam olmadı ama katliamın eşiğinden dönüldü. Faşistler sadece Kürtlerin iş yerlerıne saldırmadılar, ödp lilerın iş yerleränede saldırdılar. Bir kaç saat içerisinde binlerce faşist toplanıyor ilçede. Sokak sokak kuşatılıyor ilçe, bayrak asmayan ev vatan haini ilan ediliyor, kundaklanıyor. Faşistlerin bu kadar başarılı olmasının altında yatan neden ise tek kelimeyle halkın örğütsüz oluşu, dayanışma içerisinde olmayışı, devrimcilerin sokaklardan çekilmiş olması...

Evet kavgadaşım,

Son zamanların moda düşüncesi var: Bu halk için değer mi?
Duyuyorsun değil mi? Bu halk için değer mi diyorlar. Değmezmiş. Onca acılar boşa çekilmiş, ölümler boşa olmuş, mapuslar boşa yatılmış...Halkın umrundaymıymış. İşte böyle düşünüyor bir çok insan. İşin garibi böyle düşünenlerin bir kısmıda devrimci mücadele içinde yer almış kişilerden oluşuyor. Yaşanılan olumsuz örneklerle bu teorilerini doğrulandırmaya, güçlendirmeye çalışıyorlar; böylece egemen sermayenin iktidarını güçlendirdiklerinin farkında değiller. Ne yanlış düşüncedeler değil mi? Sanki sizler sadece bu halk için, bu halkın mutluluğu, bu halkın huzuru, bu halkın güvenli geleceği için devrimci oldunuz işkencede, yargısız infazlarda, darağaçlarında can verdiniz, onca yıl mapuslarda yattınız, gençliğinizi tükettiniz...
Evet, bu halk için devrimci oldunuz, çünkü bu halkı seviyordunuz, insanlığın iyi şeylere layık olduğunu biliyordunuz. Ama sadece bu halk için, sadece insanlık için devrimci olmamıştınız; kendiniz içinde devrimci olmuştunuz. Kendi mutlu, güvenli geleceğinizde sosyalizmde saklı olduğunu biliyordunuz. Sadece başkaları için dövüşenler dövüşü yarı yolda bırakır, ama aynı zamanda kendisi için dövüşen dövüşü sonuna kadar götürür; bilirki insanın insanlaşması bu dövüşte saklı olduğunu...

Evet yoldaşım,

Yarın aramızdan ayrılışının, yumruklu yıldıza yolculadığımız günün yıl dönümü; 20 Ağustos 1981. Yarın yine yoldaşların yanına gelecek. Etrafında halka oluşturup seni sımsıkı saracaklar, kucaklayacaklar. Seni anlatacaklar, şiirler okuyacaklar, ardından sloganlar atacaklar: "mahirlerden Özenç`e selam olsun devrimcilere" diye haykıracaklar; yolunda yürümenin andını içecekler...
Evet Özenç,
Kimileri için vatan hainisin, teröristsin, gözü dönmüs katilsin, ne istediğini bilmeyen, iradesi olmayan, piyon olarak kullanılansın!

Kimileri için ütopyacısın, gerçekleşmesi imkansız olan hayallerin peşinden koşansın;

Don Kisot`sun!

Kimilerine göre romantik bir devrimcisin!

Peki kimsin sen?

İç savaş dönemin yarattığı bir Devrimci mi?

Ölüme sevdalı olan ve bu sevdasını 20 Ağustos 1981 günün gecesi Adana Kapalı Cezaevinin avlusunda darağacında kendi taburesine kendisi tekme atarak infazını gerçekleştiren biri misin?

Yanıtı olmayan sorular değil bu sorular.

Peki yanıtı ne, yanıtları nerede gizli?

Yanıtlar senin yaşamında, bizim gözümüzün önünde duruyor.

Bir kez daha yeniden "Mahirlerden Özence" diyerek bizlerin öksüz, seninde yetim olmadığını bilmelisin Özenç!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder