29 Ağustos 2012 Çarşamba

ÜNİVERSİTE A.Ş.'LER ÇOĞALIRKEN,''PARASIZEĞİTİM'' Mİ? - ASLI AYDIN

Türkiye'de hızla tepeden tırnağa tüm kamusal hizmetler, yaşadığımız toprak, içtiğimiz su hatta neredeyse soluduğumuz hava piyasanın meta ilişkisine havale edilirken, bugün önümüze serilen göstermelik adımlar sadece "sözde" olmaktan ibaret kalıyor, başkanlık sistemi tartışmaları ile yaklaşan seçimler öncesi yüksek dozda popülizm ve pragmatizm kokuyor.

Nitekim bugün AKP siyasetine veya ideolojisine yabancı kalmış birinin bile kolayca yakalayabileceği bu denklemin matematiğini çözmek hiç de zor olmasa gerek. 

AKP'nin bugünkü politikalarını bir bütünlük altında, temsil ettiği ideolojik eksende inceleyecek olursak, bugünkü "parasız eğitim" hamlesi ile kaz gelecek yerden tavuğu esirgemediği açıkça görülmektedir. AKP'nin eğitimde 4+4+4 dönüşümü ile piyasacı ve gerici bir sistemi hedeflemesini ve ülkede milyonlarca çocuğun bilimsel, parasız eğitim hakkına önceden ipotek koymasını bir yana bırakır ve bugün yüksek öğretim kurumlarındaki özel/vakıf üniversitelerine doğru var olan dönüşüme bakarsak muazzam bir “sektör” zaten karşımızda duruyor. Türkiye'deki vakıf üniversitelerinin hızlı yükselişi ve giderek devlet üniversitelerinin yerini alması zaten sistemin başlı başına piyasalaşmasından/paralılaşmasından başka bir anlam taşıyor mu? 

AKP’nin piyasanın işleyişine mahkum ettiği eğitim sistemine dair işlettiği eğitim politikaları, devlet üniversitelerindeki “eğitime yatırım” faaliyetlerini adeta durduruyor, vakıf üniversitelerinin tercih sebebi olması yönünde devlet üniversitelerini oldukça geri planda bırakıyor. Hal böyle olunca, çocuklarının geleceği için tek seçeneği para harcamaktan geçen veliler, borçlanarak veya bütçelerinde büyük bir bölümü eğitime ayırarak çocuklarını daha “garanti” atında olacakları vakıf üniversitelerine göndermeyi tercih ediyorlar. 
Vakıf üniversitelerine yönelim bu kadar artınca, elbette “serbest piyasa” mekanizması gayet iyi işliyor, yıllık okul ücretlerinde yüzde 30’lara varan zamlar yapılıyor. Yıllık ücretleri 15-25 bin arası değişen vakıf üniversitelerine sadece yüksek gelir grubu değil, orta sınıf ücretli kesim de yöneliyor. Çünkü bugün mevcut sınav sisteminin eleme koşullarında kıyıdaki köşedeki tüm parası ile çocuğunu bir üniversitede okutabilmenin yollarını arayanlar, mevcut politikalarla geleceksizliğe mahkum edilmiş çocuklarına “parayla” çıkış kapısı arıyorlar. Bankaların Eylül ayı ile beraber bol bol TV’lerden, reklam panolarından eğitim kredilerini pazarlamaları boşuna değil, işin içinde devasa bir sektör var. 

Bu devasa sektör sermayeyi ve elbette temsil ettiği siyasi iktidar çevresini bir yandan beslerken, bir yandan da mevcut politikalar bu sektörü besliyor. Örneğin bugün sadece İstanbul’da 9 devlet üniversitesi var, vakıf üniversitelerinin sayısı ise 33! 1992'den günümüze vakıf üniversitelerinin sayısı 33 kat artmış. Bu artış binlerce öğrencinin, öğretim görevlilerinin ve personelin yer aldığı, işleyen bir endüstrisinin oluşmasını sağlamış, yüksek öğretimde devlet üniversitelerinin alternatifi olarak başta sahneye çıkan vakıf üniversiteleri oldukça güçlü bir konuma taşınmış. 

Türkiye bugün dünya nüfus büyüklüğünde 18. sırada yer almakta olup, yaklaşık 75 milyona yaklaşan nüfusunun içinde 12 milyon genç nüfusa sahip. Türkiye’de genç işsizlik oranı ise yine yaklaşık yüzde 16. Bu yüzde 16’nın içinde şüphesiz büyük bir çoğunluk üniversiteye giriş sınavını kazanamamış/elenmişlerden veya kazanıp mali yetersizlikten dolayı gidememişlerden oluşmakta. Ayrıca bu işsiz gençlerin arasında üniversite mezunu olup da “mesleki yetersizliklere” sahip, yani bugün sermaye kesiminin yabancı dil, bilgisayar becerisi vb. taleplerine cevap verememiş gençlerin de büyük bir yer kapladığı bilinmekte. Bugün vakıf üniversitelerinin büyük bir kısmı, şirket sahiplerinden veya holding patronlarından oluşuyor. İşsizlik tehdidini sürekli sırtlarında hisseden gençler için “iş garantisi” kampanyalarını sunan bu “patron okulları”, eğitimin “bilimsel” olan kimliğini dışlayarak ve sadece “mesleki” kısmı ile ilgilenerek “gelecek garantisi” vaat ediyorlar. Kısaca kendi şirketlerine, kendi biçim verdikleri işçileri yetiştiriyorlar. 

Dahası, vakıf üniversitelerini bugün tercih sebebi yapan koşulla arasında “nitelikli öğretim kadrolarının” yaratılması ve devlet okullarına karşı bu yönde üstünlük kazandırılması da göz önünde bulundurulmalıdır. Akademisyenler ve öğretim görevlilerine daha uygun ücret ödenmesi, güncel teknolojik gelişmelerin daha hızlı adaptasyonu, eğitim teknolojilerindeki manevraları, kendi öğretim üyesi yetiştirme programını oluşturabilmesi ve akademik özerklik fırsatı, öğretim üyelerinin de yüzlerini “daha iyi yaşam koşulları sunan” vakıf üniversitelerine dönmelerine zemin oluşturuyor. Elbette onlara paralı eğitim merkezlerini, ticarethaneye dönüştürülen üniversiteleri işaret eden el, bugün devlet okullarına yatırım yapmayan, hantal, atıl ve talebe göre çok yetersiz bırakan siyasi iktidara ait “görünen” el. 

Son yıllarda üniversitelerin siyasi iktidar ve sermaye lehine yaşadığı dönüşümün vakıf üniversitelerini, “garantili” bir geleceğin vaat edildiği birer “fırsat mekanları” haline getirmesinin ardında böylesi bir hikaye varken, “parasız eğitim” hikayesi bugün hangi gerçeğe paralel düşüyor? Çoğunlukla A.Ş. haline getirilmiş olan üniversiteleri piyasanın merkezine iterken, barınma, ulaşım gibi “mali” sorunları büyütüp öğrencilerin üzerine yüklerken, uzun yıllardır gençliğin sürdürdüğü “parasız eğitim talebi” üzerinden prim yapmaya çalışmak fazlaca “sakil” kalmıyor mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder