İspanya’nın Endülüs bölgesindeki Marinaleda Belediye Başkanı Juan Manuel Sanchez Gordillo, ‘finans dünyasının çıkardığı krizinin bedelini bize ödetmeyin’ diyerek halkla birlikte süpermarketleri ve gıda bankalarına baskınlar düzenledi.
İspanya şimdi hırsız mı Robin Hood mu tartışmasını yapıyor. Ancak yanıtı ise hiçbiri, çünkü o ne bir hırsız ne de bireysel bir kahraman. 30 yıldır Marinaleda’yı halkla birlikte yöneten bir devrimci.
Gordillo, 2010 yılında ÖDP’nin davetlisi olarak Türkiye’ye geldi. ÖDP’nin Samandağ ve Aknehir Belediyelerini ziyaret ederek otuz yıllık yerel yönetim deneyimini paylaştı. Marinaleda ilk olarak BirGün gazetesinde ‘İspanya’nın Fatsa’sı’, Gordillo ise ‘İspanya’nın Terzi Fikri’si olarak anlatılmıştı.
Marinaleda’nın otuz yıllık pratiğinde, Fatsa deneyimi ile benzerlikler kurulabilecek olan halka birlikte ve halk için yönetme anlayışının izlerini görmek mümkün. Yine, son eylemleri de Devrimci Yol’un 80 öncesinde ‘Demirel Ödesin’ eylemlerini, tefecilerin karaborsa ile sakladıklarını halka dağıtması arasında da tarihsel bir bağ kurmak mümkün.
Burjuva medyasının Gordillo’yu Robin Hood üzerinden tartışması elbette eylemi popülerleştirerek özündeki kolektif eylemin gücünü gizleme çabasından başka bir şey olmasa gerek. Bu eylemleri de, krizin yükünü emekçilere çıkarmaya çalışanlara karşı krizin faturasını doğrudan zenginlere-patronlara kesmektir.
Gordillo, ÖDP’nin davetiyle Türkiye’ye geldiğinde neler söylemişti, bunları hatırlamanın şimdi tam da sırası olsa gerek.
Gordillo, BirGün’de Doğan Tılıç’la yaptığı söyleşide otuz yılın öyküsünü şöyle özetlemişti, “Elde etmek istediğimiz hakları elde edebilmek için sürekli mücadele halinde olmak. Marinaleda’da yaşayan insanların tümünün en geniş aktif katılımını sağlamak. Konut ve iş sahibi olmayı bir hak olarak kabul etmek. Liderler, yöneticiler ve onların temsil ettiği insanlar arasında eşitliği sağlamak. Hayallerimizin gerçekleşmesi için çalışmak.”
Türkiye’de yaşayanlar siz ve kasabanız hakkında pek bir şey bilmiyor, ama gazetemizde çıkan iki köşe yazısından sonra okurlarımız sizi ve Marinaleda’yı merak eder oldu. İspanya’da bir kasabanın 30 yıl boyunca bir devrimci sosyalist belediye başkanı tarafından yönetiliyor olmasından etkilendiler. Bize Marinaleda’dan ve burada her şeyin nasıl başladığından söz eder misiniz?
Her şey işsizlik sorunu etrafında başladı. Endülüs’te Sevilla’nın dağlık güney bölgesinde kalan yöremizde işsizlik yapısal bir sorundu. İşçileri Tarım İşçileri Sendikası (SOC) içinde ve değişik birliklerde örgütledik. Bir toprak reformu talep etmeye, bunun için bastırmaya ve mücadele etmeye başladık. Endülüs’te toprak sahiplerinin yüzde 2’si ekilebilir arazinin yüzde 50’sine sahipti.
Politik olarak İşçi Birliği Kolektifi’nde (CUT) örgütlendik ve 1979’da bu örgütlülükle yerel seçime katıldık. O seçimde mutlak çoğunluğu sağlayarak belediye başkanlığını kazandık. O gün bugün de mutlak çoğunlukla her seçimi kazanıyoruz.
Bütün bu politik ve sendikal örgütlenmeler içinde anladık ki, iş ve toprak için yürütülen mücadeleye bütün Marinaledalıların katılımını sağlamak yaşamsal önemdeydi.
Başlangıçta karşılaştığınız temel sorunlar nelerdi ve bunları nasıl çözdünüz?
İlk zorluk Franko diktatörlüğünün yerel yönetimlere biçtiği politik çerçeveyi kırıp atmaktaydı. Franko rejimi belediyeleri yerel bir hizmet, dayanışma ve mücadele birimi olarak değil merkezi iktidarın bekçileri olarak görüyordu ve öyle örgütlemişti.
İkinci önemli sorun, bütün Endülüs’ü kasıp kavuran işsizlikti. Marinaleda’nın aktif nüfusunun yüzde 70’i de işsizdi. Bu yüzden, toprak kazanımı için savaşmaya başladık. Toprak sahibi olmak demek, bir üretim aracına sahip olmak ve onun üzerinden iş yaratmak, istihdam alanları açmak demekti.
Toprak sorununu hükümetlere ve toprak ağası burjuvaziye karşı yürüttüğümüz ve değişik biçimler alan kavgalar sonucunda çözebildik. Asıl mücadele Infantado Dükü’ne karşıydı. Dük’ün bütün Endülüs’te 17 bin hektar torağı vardı. Bunların bir kısmı öylece boş duruyor, işlenmiyordu.
Peki bütün Marinaledalıların yönetime katılmalarını nasıl sağladınız?
Burada da işsizlik sorunu önemli bir rol oynadı. Önce işsizliğe karşı mücadele eden birlikler kuruldu. Bunlar ilk gösterileri, protestoları örgütlediler. İşsizliğe karşı mücadele temelli bu örgütlenmeler zamanla politik bir nitelik kazandı. Köylülerimiz her mahallede sorunlarını tartıştıkları komiteler oluşturdular. Sonra belediyenin tüm bütçesini açık hale getirdik ve her yurttaş o bütçenin şekillenmesinde söz sahibi olabildi.
Sizin bir mucize gerçekleştirdiğiniz de söyleniyor. Nasıl oluyor da İspanya’da işsizlik yüzde 20 oranına tırmanmışken, siz burada her Marinaledalıya bir iş sağlayabiliyorsunuz?
Bir toplumda tam istihdam sağlayabilmek için çalışarak zenginliği üretenlerin aynı zamanda üretim araçlarını da kontrol ediyor olmaları lazım. Hemen her anayasa ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi çalışmayı ve iş sahibi olmayı bir hak olarak sayar. Ancak ne yazık ki, dünyada 1.3 milyar işsiz insan var. Nedeni basit: kapitalizm toplumu öyle kurguluyor ve örgütlüyor ki, ezici çoğunluğun sefaleti ve işsizliği bahasına bir avuç insan zenginleşiyor.
Burada Marinaleda’da, kavga ve mücadele sonucu Infantado Dükü’nün 1200 hektar toprağına sahip olduk. Tarıma dayalı bir sanayi kurduk. Diğer üretim alanlarını ve konut inşası gibi kamusal işleri de işsizliğin ortadan kaldırılmasında bir araca dönüştürdük. Çok basit aslında; yeter ki dayanışmacı bir ekonomi kurun, o zaman herkesin bir işi olacaktır.
Solcu, devrimci bir belediye başkanının tekrar tekrar seçilebilmesinin sırrı nedir?
Galiba, sol, konuşmayı ve vaaz etmeyi bırakıp bir örnek yaratmalı. Solcu bir lider herhangi bir yerde bir yönetici pozisyonu kazandığında, bir kere temsil ettikleri insanlarla tamamen aynı koşullarda yaşamalı. Kavgaya en önde koşmalı, o kavganın nimetleri paylaşılırken en geride durmayı becerebilmeli. Bunu gösterebildiklerinde halkla kolaylıkla bütünleşebilecekler.
Kapitalizmin bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hani son yıllarda neo-liberaller insanlık için tek sistem olarak ilan ettiler ya...
Bu kocaman bir yalan. Kapitalizm insanın insan tarafından sömürüldüğü bir sistem. Kapitalizm halklar ve ülkeler arasındaki eşitsizlikleri büyüten bir sistem. Dahası, bu, küçük bir azınlığın utanmaz ayrıcalıklarının, ulusal ya da uluslararası düzeyde, korunabilmesi için şiddete ve savaşa ihtiyaç duyan bir sistem. Kapitalizm işsizlik, şiddet, savaş, açlık, eşitsizlik demek… Demek ki, insan ve insanın gereksinmelerini merkezine koyan bir başka sisteme ihtiyacımız var. Şimdi, kapitalizmin yaşadığı şu kriz, pazarı mutlak ve tanrı pozisyonuna yükseltenlerin foyasını meydana çıkarmak için iyi bir fırsat. Bugün devletin ve ekonomide kamunun rolünün altını çizmek, dayanışmayı ve insan haklarına mutlak saygıyı merkezine alan bir anlayışı yükseltmek için çok daha uygun bir zamandan geçiyoruz.
NYT’da bir yazı okuduk, kasabanızın kapitalizmin aptallığına bir yanıt olduğunu yazıyordu. Küresel kapitalist sistem içinde tek tek sosyalist yaşam örnekleri yaratmak mümkün müdür?
Çok zor, çok zor tabii. Ama olanaksız değil! Biliyoruz ki, bizim burada kapitalizme alternatif duruşumuz hep bir tehdit olarak görülecek. Biliyoruz ki, yaptığımız ilk hatada, gösterdiğimiz ilk zayıflıkta, buradaki topluluğumuz ezilip yok edilecek.
Öte yandan, solun bir parçası olarak, burada bize düşen bir görev ve sorumluluk da var. Akıntıya karşı kürek çektiğimizi ve her fırsatta önümüze her türlü engeli çıkaracaklarını bilsek de, başka başka yerlere de örnek olmak, düşlerimizdeki yarının toplumuna dair bir model ortaya koymak zorundayız.
Hem bir alternatifi denemiş olmak bile, başlı başına uğraşmaya değer bir şeydir. Ancak, şunu hiç akıldan çıkarmamak gerek; asıl amaç kapitalizmi küresel düzeyde alt etmektir.
Size dönük eleştirilere ne diyorsunuz; başlangıçta mücadele ettiğiniz toprak ağalarına dönüştüğünüzü söyleyenlere?
Eleştirinin ve muhalefetin olmadığı bir yer olamaz. Bu belki cennette olur. Kimse mükemmel değil. Hepimiz insanız ve hatalar yapıyoruz. Ancak, burada, Marinaleda’da, ekonomik ve politik demokrasi ve eşitlik için çalışmanın en iyisi olduğunu düşünüyoruz. Eşitlik olmadan özgürlük ve demokrasi olabileceği sadece bir palavra. Ben bunu biliyor ve bunun için çalışıyorum. Bana verilen görevler çerçevesinde de, her ne olursa, çalışmaya devam edeceğim.
*BirGün'de Doğan Tılıç tarafından 21 Mayıs 2010'da gerçekleştirilen söyleşiden özetlenmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder