3 Eylül 2012 Pazartesi

VENEZUELA'DA SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN: AÇIK UFUKLARI DÜŞLEMEK - ROLAND DENIS

Benim hikâyem 1970’lerde başlıyor. 1970’lerin sonundaki Sandinista Devrimi sırasında şans eseri Nikaragua’daydım. Orada çok farklı şeyler öğrendim ve hayatımı yoksulların mücadelesine adamaya başladım. 1980’lerin başında Venezuela’ya döndükten sonra solda aktif olarak yer aldım. Ülkede durum radikalleşmekteydi ve sola uygulanan siyasal şiddet nedeniyle ülkedeki gerilim her geçen gün artıyordu. Bu süreçte hayatta kalmayı başardıysam da birçok yoldaşımın mücadele esnasında yaşamını yitirmesine tanık oldum.

1980’ler sol için genel bir kriz ve yenilgi dönemiydi. Eski paradigmalar bu yıllarda yıkıldı. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle sosyalizmin gerçekten varolduğu dönem bitmişti. Latin Amerika’da yeni mücadele paradigmaları oluşurken halklar Hıristiyanlık, Marxçılık, Bolivarcılık, etnik ve yerel hareketler etrafında güçlerini birleştirmeye başlamıştı. Önceki çağdan kalan silahlı mücadele grupları olsa da bunlar azınlıktaydı ve artık kitlelere hitap edemiyorlardı. Bu bağlamda kitlesel varoluş (sobrevivencia popular - popular survival) için mücadele veren yeni bir sol ortaya çıktı ve ben de bunun bir parçasıydım.

CARACAZO İSYANI SENARYOYU DEĞİŞTİRDİ
Mücadelemiz devlet politikalarına karşı çıkarken bir yandan da hayatın farklı alanlarına dair genel politika önerileri sunuyor; madenciler, yerli halklar, öğrenciler ve işçilerle çalışan pedagojik hareket ve kültürel hareket ile birlikte mücadele ediyordu.

Bu yeni gelişmelerin tam ortasında, 27 Şubat 1989'da başlayan Caracazo isyanı siyasal senaryoyu tamamen değiştirdi. Caracazo, ülkedeki ekonomik felakete verilen bir yanıttı. Bambaşka vaatlerle iktidara gelen sol partilerin neo-liberal politikaları benimsemesine bir tepkiydi. Bu isyan aynı zamanda bir devlet ve hegemonya kriziydi. Bu isyanın ardından düzenlenen 1993 seçimlerine radikal sol partiler bile reformist programlarla girdiler. Siyaset sahnesi böyle karmaşıklaşmışken tabandaki halk hareketleri büyüyordu. 1992'deki asker-sivil gerilimi de bu karmaşayı artırdı. Halk hareketleriyle asker arasındaki ilişki ise her zaman karmaşık ve zorluydu.

CHAVEZ SÖZLERİNİ TEK TEK TUTTU
Bu dönemde önümüzde 2 yol vardı: ayaklanma veya seçimlerle iktidara gelme. Chavez seçim yolunun daha doğru olduğunu düşündü ve askerle anlaşmaya vardı. Çoğu insan bu kararı ilk başta eleştirse de sonradan kabul etmek zorunda kaldılar. Anayasa Meclisi kurulması, ulusun yeniden oluşturulması gibi önerilerini de kabul ettiler. Seçimlerin ardından sonunda Bolivarcı hareket başkanlık koltuğunu kazandı, ama devletin gücü ve yönetimi hâlâ ellerinde değildi.

Chavez iktidara geldiğinde sözlerini tek tek tutmaya başladı. Önce devrimci süreci hızlandıran Anayasa Meclisi'ni kurdu. İlk reformlar çok ufaktı, ama önemliydi. Devlet aygıtlarının neredeyse tamamıyla büyük çatışmalar yaşadılarsa da Dördüncü Cumhuriyet'i tarihin tozlu raflarına kaldırmayı başadılar.

CHAVEZ TABANDAN BÜYÜK DESTEK ALDI
Benim için bu süreç epey karmaşıktı. Çünkü bütün bunlar olurken biz hükümete muhalefet ediyorduk. Bunu hükümete karşı çalışmak gibi algılamayın; onlarla yanyana yürürken, hükümetin içinden yaptığımız bir eleştiriydi. Planlama Bakanlığı görevimde inanılmaz engellerle karşılaştım. Hükümette yer aldığınızda aşırı muhafazakâr devlet yapısının içinde hareket alanınız kalmıyor. Bir yandan da askerin yoğun etkisi istediklerimizi yapmayı zorlaştırıyordu.

Bu yüzden gerçekten ihtiyaç duyulmadıkça hükümette yer almak istemiyordum. Lâkin 2002-03 yılları, epey gergin yıllardı. Ülke iç savaşın eşiğindeydi. Patronlar Grevi boyunca hükümet tamamen parasız kalmıştı. Bu süreçte Chavez hükümetini ayakta tutan şey ise tabandan hareketler, tabandan aldığı destek oldu.

Venezuela'nın bugünkü sorunu örgütlenme sorunu değildir. Önemli olan kendimizi liderliğin ve atanmışların işlevsiz, bürokratik ve yolsuzlaşmış gücüne karşı nasıl örgütlediğimizdir.

CHAVEZ'E KARŞI YAPILAN SON KOMPLO
Chavez 1998'de iktidara geldiğinden beri farklı dönemlerden geçtik. Anayasa Meclisi süreci, halkı radikalleştirdi. Toprak ve eğitim gibi konular politikleşti. 2001'e geldiğimizdeyse Chavez'in o ana kadar önemli hamleler yaptığını, ancak henüz tek bir temel taşı kamulaştırmadığını görüyorduk. Chavez, devletin petrol şirketi olan lider kadrosuna saldırmaya başladı. Çünkü devletin esas gücü burada yatıyordu. Sonuçta bir petrol devletinden bahsediyoruz.

Bütün bu radikal demokratikleşme süreci 2002'de muhalefetin liderliğinde gerçekleşen darbe sonucunda yerini elindekileri korumaya, faşizmin ilerlemesini durdurmaya çalışan defansif bir mücadeleye bıraktı. 2004'te Chavez'in başkanlıktan düşürülmesi için yapılan referandum ise Chavez'e karşı yapılan son komploydu ve o da başarısız oldu. Bu zaferin ardından ülkedeki sağcıların gücü tamamen tükendi. Aradan yıllar geçmesine rağmen bir daha toparlanamadılar. Ne bir politika geliştirebildiler ne de düzgün aday çıkartabildiler. Ellerinde kalan tek şey medya üzerindeki hâkimiyetleri.

2.5 MİLYON KİŞİYİ ÖRGÜTLEDİLER
2004-08 arasındaki dönem ise PSUV'un (Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi) kurulduğu dönem olma özelliğine sahip. Ancak bu dönemde bürokrasi de büyük artış gösterdi. Dahası, partinin kuruluşu taban hareketlerinin özelliklerini yitirmelerine neden oldu. Partiye katılmaya karar veren köylü ve işçi hareketleri günümüzde kendi liderliğinden yoksun ve partiye bağımlı hale geldi.

Bunu neden söylüyorum? Çünkü Bolivarcı hareket, tabandaki güçlerin bir araya gelişini temsil ediyordu. Bu hareketler dayanışma içindeydi ama birleşmemişlerdi. Güçleri her geçen yıl büyüyordu. O dönemde Bolivarcı çevreler 2.5 milyon kişiyi örgütlemeyi başarmıştı. Toplumda böyle bir örgütlenme varken taban hareketlerini bir partide birleştirme çabası, onları birleştirmekten çok hapsetmiş gibi oldu. Ayrıca asker kökenli ve Kübalılardan etkilenmiş olan Chavez'in partisi her zaman taban hareketleriyle çatışan bir zihniyete sahip.

Yine de Chavez'in liderliği, birçok insanın PSUV'a üye olmasının nedeniydi. Lâkin parti tam bir felaket. Hiçbir şey başaramadığı gibi kitlesel bir mücadeleye de ilham vermiyor. Kitleleri pasifize ediyor, sakinleştiriyor. Parti içinde iktidar mücadelesi çok fazla. Genel olarak kitlesel hareketleri dağıtıyor ve biz bugün hâlâ bu sorunla uğraşıyoruz.

2010'dan beri seçimlerde PSUV'un güç kaybetmesinin nedeni de bu. Yapabildikleri tek şey Chavez karakterinin kültünü kullanarak oy toplamak. Sahip oldukları tek şey Chavez. Onun imgesini, bir yarı tanrı statüsüne gelene kadar yüceltmek istiyorlar. Bu da kitlelerin şevkini kırıyor.

Chavez hükümeti kesinlikle büyük işler başardı. Eğitim ve sağlık alanında halka büyük hizmetler getirdi. Ama halk durumunun sürekli iyileştirilmesini, devrimin ilerletilmesini isterken Chavez hükümetinin bu aşamadan ileriye gidememiş olması insanlarda hayal kırıklığı yaratmaya başladı.

TABAN HAREKETİNİ YENİDEN CANLANDIRDI
Büyük Yurtsever Kutup (GPP - Gran Polo Patriótico) tam da tartışmaların başladığı dönemde çıktı. Chavez seçim dönemlerinde halkın şevkini artırmak için böyle bir örgüt kurmaya karar verdi. Çünkü sadece kendisinin ve bakanlarının çalışmasıyla seçim kazanılmayacağını biliyordu. halkı da kampanyaya dahil ederek kaybolmaya yüz tutmuş taban hareketini yeniden canlandırdı. Yine de GPP'nin otonom bir yapı haline gelmesine izin vermediler.

GPP kurulduktan sonra sadece ilk 3 ay içinde 500-600 örgüt GPP'ye dahil oldu. Bu çok büyük bir başarı. GPP'nin aktivistlerinin birçoğu 1980'ler ve 90'larda militan mücadelelerde de yer almışlardı. Ancak bu birliktelik sadece seçimlere odaklanan, başka hiçbir şey yapmayan bir birliktelik. Dahası tamamen devlet kaynaklarına ve bakanlarla iyi ilişkiler kurmaya mahkumlar.

CHAVEZ'İN SEMBOLİZMİ ÇOK YÜKSEK
Yakın zamanda Venezuela’nın ücra bölgelerine gittim. Buralarda PSUV’a bağlı olup yerel liderlere veya hükümete PSUV içinden muhalefet eden birçok köylüyle karşılaştım. Buralarda gördüm ki halk hareketleri düşüşte değil, sadece kafaları karışık. Chavez’in sembolizmi çok yüksek, ama bu insanlar bir yandan da Chavez hükümetinin artan bürokratikliğine itiraz ediyorlar.

Tabi ki bütün bunlar sürecin bir parçası. Kimse bir anda cennete kavuşmayı vaat etmedi bize. Devrim, ucu açık bir soru olarak duruyor karşımızda.

Günümüzde kamuda veya özel sektörde işçilerin fabrika işgal etmesi gibi birçok sıradışı olayla karşılaşabiliyoruz Venezuela’da. Bu bize taban hareketlerinin ölmediğini gösteren en güzel örnek. Lâkin bu taban hareketleri her seferinde aynı engele çarpıyor: devletle mücadeleye giriştikleri anda karşı devrimcilikle suçlanıyorlar ve hareketlerin gücü bu noktanın ötesinde mücadele etmeye yetmiyor.

GÖREVİMİZ DÜŞMANIMIZIN ADINI KOYMAK
Şu anda sol eski geleneklerine devam etmeye çalışıyor. Oysa bizim yapacağımız devrim eskimiş, dedelerimizden gördüğümüz bir devrim değil, torunlarımıza miras bırakabileceğimiz bir devrim olmalı. Dünyayı bir tarih döngüsünde görüyorlar, sanki günümüzde ne olursa olsun gelecekte bir gün insanlığın özgürlüğüne kavuşacağı kesinmiş gibi. Bir sürü insan da olan bitene sessiz kalıyor. Oysa bizim görevimiz düşmanımızın adını koymak. Bir entelektüel olarak benim görevim bir bürokrata “sen bir bürokratsın” veya bir uyuşturucu tacirine “sen bir uyuşturucu tacirisin” demek. Siyaset yapan bir insan düşmanının adını açıkça sarfetmekten çekinmemeli. Örneğin “emperyalist güçler” gibi soyut bir kavram yerine açık açık ABD veya durumuna göre AB diyebilmeliyiz.

SAYISIZ GÜZEL DENEYİM GERÇEKLEŞİYOR
Şu an elimizde farklı iki yüzü olan, adeta kendiyle çelişen bir süreç var. Bu süreç bir yandan radikalleşme sürecinin oluşmasına izin verdi, üstelik birçok insanı şaşırtacak bir biçimde. Önce demokrasiyle başladı ardından Anayasa Meclisi, anti-empertalizm, sosyalizm ve öz-yönetim geldi. Ama bir yandan da süreç gittikçe bürokratikleşir hale geldi. Süreç söylemsel açıdan ilerlemekte gibi gözükse de organik açıdan bu geçerli değil.

Bir yandan PSUV örneğini verebiliriz. Bu örgütlenme biçimi dikey ve otoriter. PSUV “sen adaysın” diyen bir makine. Chavez seçimde kimi aday göstermek istiyorsa onu gösterebiliyor. Komünist ve sosyalist açıdan bu bir gerileme. Öte yandan ülke içinde sayısız güzel deneyim de gerçekleşiyor. Kırsal bölgeler başta olmak üzere Venezuela’da birçok komünal deneyim gerçekleşti. Bu komünler hâlâ devam ediyor ve Chavez hükümeti olmasa bunlar gerçekleşemezdi.

HER ŞEY BİR GECEDE YOK OLUR
Venezuela’nın önünde 7 Ekim’de gerçekleşecek seçimler var. Bu seçimlerin bir devrimin gerçekleşip gerçekleşmemesiyle hiçbir alakası yok. Ama bir yandan da, eğer Chavez kaybederse bu çok önemli bir olay olur. Tekrardan sağlık ve eğitim sistemlerinin özelleştirilmesine karşı eylemler düzenlemek, insan hakları ihlalleriyle baş etmeye çalışmak, tekrardan başlayacak şiddet ve baskıyı göğüslemek zorunda kalırız. Son 20 yılda uğruna büyük mücadeleler verip kazanımlar elde ettiğimiz herşey bir gecede yok olur, bütün ilerlememizi kaybederiz. Chavez’in ilk zaferiyle kurtulduğumuz boka bir daha saplanma düşüncesi çok korkunç.

Eğer Chavez kaybederse bizim için çok büyük bir kayıp olur ama eğer kazanırsa da elimize geçecek somut bir şey yok. Sadece ufuklarımız açık kalacak. Benim umudum Chavez’in seçimi kazanıp taban hareketleriyle bürokrasi arasındaki bu gerilime bir son vermesi. İktidar Chavez’de bile olsa insanlar çekinmeden sorunları, yolsuzlukları açık açık söyleyebilmeli. Chavez’in seçim kampanyasına zarar vermemek için şu an herkes susuyor.

Şansılıyız ki sağcıların adayı Henrique Capriles Radonski tam bir eşek. Başkent Caracas burjuvazisinin çıkara çıkara böyle birini çıkarması acınası bir durum. Chavez zorlanmayacaktır ama kaybedeceği yerel yönetimler Chavez’in canınını yakabilir. Yerel yönetimleri kaybetmemizin tek nedeni ise bürokratikleşme olacaktır.


BirGün Çeviren: ONUR EREM



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder