21 Temmuz 2012 Cumartesi

TARİHTE KADIN

Yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarında en yoğun tartışma konularından birini oluşturan kadın sorunu aslında Eski Yunan’dan bu yana gündemde olan bir konudur. Günümüzde görüldüğü gibi kadın-erkek arasındaki eşitsizlik açık bir şekilde var olduğu sürece tartışma devam edecek ve kadınların mücadelesi sürecektir. 

Kadınlarımız günümüze dek uzun ve zorlu mücadeleler sonucunda bazı haklarını elde ettiler. 1789 Fransız Devrimi’ne kadar gerilere gittiğimizde kadınların, Devrim’e fiilen katıldıklarını görmekteyiz. Devrim’in; “Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik” ilkeleri ve talepleri kadınlar için de geçerliydi. 

İlk olarak Fransız Devrimi döneminde 1790’da Theroigne de Mericourt arkadaşlarıyla birlikte Le Club des Amis de la Loi’yı (Yasa Dostları Kulübü) kuruyor ve bu yolla yasa koyucunun kararlarını inceleme, açıklama ve eleştirmeyi amaçlıyor. Bu arada; 1791’de Fransa’da Cumhuriyet uğruna yapılan mücadeleler kanla bastırılınca kadın hareketindeki heyecan azalıyor. Aradan yaklaşık bir yüzyıl geçtikten sonra Sanayi Devrimi sonucunda çok sayıda kadın çalışma yaşamına katılıyor. Binlerce kadının çalışma yaşamına katılmasıyla birlikte Sanayi Devrimi’ nin yoğun bir şekilde yaşandığı İngiltere’de ve ABD’de kadınların grev, yürüyüş ve protesto gibi araçları kullanarak derin mücadeleler verdiğini görmekteyiz. 

Örneğin 1845 de ABD’de bir iplik fabrikasında 1500 kadın işçinin çalışma haftasının altı iş gününe ve çalışma gününün 10 saate indirilmesine yönelik talepler nedeniyle bir ay gibi uzun bir süre grev yapmaları önemli bir olaydır.1866’da ABD’de bir diğer önemli gelişme eşit ücret talebinde bulunan ve kadınların lider konumuna gelmesini ortaya atan ilk örgütlenme ulusal birlik kuruldu. 

Bu arada Avrupa’da da önemli gelişmeler olmaktadır. 1864’te 1. Enternasyonal’de Uluslararası İşçi Birliği kuruldu ve Genel Konsey kadınların üyeliğe alınmasını onayladı. 1867’de John Stuart Mill İngiltere Parlementosu’ nda kadınlara oy hakkı istedi. Kadın sayısının artması ile ev dışına çıkan çok sayıda kadın İngiltere’de seslerini duyurmaya ve taleplerini yüksek sesle vurgulamaya başladılar. 1889’da Londra’da 700 kibrit işçisi kadın, vasıfsız işçiler arasında sendikalaşmayı başlatan bir kıvılcım oldu ve bu tarihlere kadar binlerce kadın bu dönemde sendikalara katıldı. Böylece kadınlar artık çalışma yaşamının öznesi olma yoluna girdi. Bu beraberinde çalışma yaşamına destek nitelikte çeşitli hakların talep edilmesine de yol açtı. 1900 başlarında kadınlar çalışma yaşamı dışında başka bir talebi dile getirmeye başladılar: Siyasal yaşamda olabilme... 

Siyasi yaşama katılım talebi kadınların öncelikle oy hakkı isteği olarak ortaya çıktı. Kadınlar İngiltere’de oy hakkı için dilekçe kampanyası başlattılar ve binlerce kadın tarafından gösteriler protestolar gerçekleştirildi.

Kıta Avrupa’sında ki gelişmelere baktığımızda yüzyılın başında Rusya’nın Moskova, Petersburg ve Odessa gibi büyük şehirlerinde ilk kadın mitinglerinin yapıldığını görüyoruz. Bu mitingler sonucunda 1908’de Rusya Kadın Kongresi toplandı. Artık kadınlar Avrupa’nın birçok önemli şehrinde toplanmakta ve seslerini duyurmaktadırlar. 1910’da Kopenhag’da 2. Uluslar arası Sosyalist Kadınlar Kongresi toplanıyor ve Clara Zetkin tarafından 8 Mart’ın Uluslararası Kadın Günü olması teklifi yapılıyor çünkü artık kadın sorunu ve kadının kamusal adım atmasıyla gündeme getirdiği sorunlar sokağa çıkıp oldukça yoğun bir biçimde dile getirilmeye başlanmıştır. Bunun iki önemli örneği İngiltere ve Rusya’da kadın işçilerin düzenledikleri grevlerdir. 1911’de İngiltere’de 21 fabrikada 15 bin örgütsüz kadın işçi greve gitti ve 18 fabrikada kadınlar örgütlenme hakkı kazandılar. Ardından 1913’te Rusya’da tekstil fabrikası işçisi 2000 kadın ücretli hamilelik izni için greve gitti. 

1900’lerin ortalarına kadar iki Dünya Savaşı yaşanmıştır ve özellikle ikincisinden sonra kadınlar uluslar arası alanda ve kurumlarda birçok kayda değer hakkı kazanmışlardır. Bunların en önemlilerinden biri; 1945’te Birleşmiş Milletlerin kuruluşuna ilişkin taslak Birleşmiş Milletler Anlaşmasının kabulüne dönük gerçekleştirilen konferansta, anlaşmada geçen “erkekler arasında eşitlik” maddesinin “kadınlar ve erkekler arasında eşitlik olarak değerlendirilmesidir. Ardından diğer bir önemli gelişme 1946’da Kadının Statüsü Komisyonunun kurulmasıdır. 

Bu gelişmeleri takip eden yıllarda kadınların hak savaşımı mücadelesi özellikle Avrupa ve Amerika'da kendini göstermeye devam etmiştir. Özellikle 1960’larda yoğunlaşan kadın hareketi ve talepleri sonucunda 1970’lerde uluslararası örgütler çerçevesinde kadın hakları konusunda girişimler yoğunlaşmaya başlamıştır. 1975’de kadınların dünya çapında bir araya gelerek seslerini duyurma imkanı buldukları çok önemli bir gelişme Mexico City’de 1. Dünya Kadın Konferansı’nın toplanmasıdır. Daha sonra sırasıyla 1980’de Kopenhag’da İkinci, 1985’te Nairobi’de Üçüncü ve 1995’te Pekin’de Dördüncü Dünya Kadın Konferansı düzenlenmiş, “Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu” kabul edilmiştir. 

Bugün gelinen noktaya baktığımız zaman ise Batı ülkelerinde görülen çeşitli kazanımlara karşılık Türkiye'de ve dünyanın pek çok yerinde kadın henüz toplumsal kimliğini kabul ettirememiştir. Yaşadığı sosyal hayat içerisinde kendilerine biçilen rolleri gerçekleştirmekle yükümlü olan kadının hala üretimde ve onun yarattığı ilişkilerde 2.grup cinsiyet olarak ötelenmeye devam ediliyor. İş yerlerinde ilk olarak işten çıkarılan, sömürülen, eğitim haklarından yoksun bırakılan ve yerlerine daima erkek cinsiyetinin ikame edildiği bir konuma mahkum bırakılıyorlar 

İşte Bu sebeple kadınların tek çözümü tıpkı geçmişte olduğu gibi mücadele pratiklerini çoğaltıp kendi öz güçlerine dayanarak var olabilmeyi başaramamaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder