(Not: İtalikler Nagehan Alçı’nın Küba seyahati yazısından alınmıştır)
Üç haftadır Rasim'le beraber dünyanın Türkiye'den epey uzak köşelerinde dolaşıyoruz. …Daha önce Che ve Castro ile ilgili söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu hatta az bile söylediğimi anlıyorum. Bunun sebeplerini dışarıdan anlatmak yerine seyahat boyunca tuttuğum günlükten parçalar yayınlayacağım.
Sevgili günlük. Öncelikle bana bu kalbin kadar beyaz sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim. Tabii benim de seni eleştirdiğim noktalar var. Ama bunlara sonra değineceğim. Öncelikle Havana’da bedava yemek, bedava barınma rezaletini görünce Katil Che’yi seven garip insanların şehrinden hızla uzaklaşıp, kendimizi Küba’da bir tatil kasabasına atmaya çalıştık. Başkent’ten hızla uzaklaşırken Rasim, “Bu nasıl bir şey yeeeaaaaaw” gibi sesler çıkardı. Ama bir şekilde Cayo Santa Maria’ya kadar geldik.
Kafa dinlemek beklentisiyle geldiğimiz yerde dev bir tatil köyü bulduk. Arjantinliler ve Kanadalıların akın ettiği, animasyonlu, gürültülü bir yer!
Buna çok şaşırdım. Tatil yöresinde bir tatil köyü beklemiyordum. Mesela bir uzay istasyonu ya da bir nükleer santral köyü düşünülebilmeliydi. Arjantinli ve Kanadalıları görünce de iyice şaşırdım. Amerika kıtasında bu insanların ne işi vardı anlamadım. Animasyon dediklerinin bir çeşit Zerdüşt ayini olması şüphesi içimi ürpertti. Bu konuyu “özel yetkili” dostlarıma ilettim. Tabii benim de onları eleştirdiğim noktalar var.
Deniz desen, rüzgardan gözünü açamadığın boş bir kıyı... Bir de üzerine eşi benzerine Türkiye'de rastlanmayan muson yağmuru başlamasın mı!
Rasim’in yeni uzamış saçlarının bozulmasına mı yanayım en ufak bir sel felaketine rastlanmamasına mı? Bu sıradanlık, liberal heyecanlarla coşan, eşitsizlik dalgalarında sörf yapmaya alışmış yüreğimi limon gibi sıktı. Hemen TOKİ’den sorumlu Bakan Bayraktar’ı özel telefonundan arayarak buradaki heyecansızlıktan bahsettim, gereğini yapacaklarını söyledi.
Burada her şey hayatı zorlaştırmak üzerine kurulu. Devlet işletmesi denen akıl dışı modelin saçmalığını bir kez daha anladım. Telefon mu edeceksin? Parasını ödeyerek odadan etmek olmaz! Sıraya girip kulübeden edeceksin!
Ben para vermeyi severim ama sıra nedir hiç bilmem. Lise sınıfından beri sıra görmedim. Çok zorda kalsam paramla sıranın önüne geçecek adam tutarım. Buyum ben, demokrasi bu. Geçen gün bir arkadaşım, fakirlerin hayatını incelemek üzere Avcılar metrobüs durağına gitmiş. Orada sıra diye bir şey görmüş, çok şaşırmış. Yanlış anlaşılmasın ben fakir düşmanı bir insan değilim. Hem benim fakir arkadaşlarım da var. Rasimciğimle evde fakir beslemeyi bile düşünüyoruz ancak sıkça seyahate çıktığımız için, fakiri kime bırakacağımızı bilemiyoruz.
Castro'nun Karayipler usulü komünizmi mahvetmiş Küba'yı. Bu öyle bir sistem ki ayakta durmak için kapitalizmin en vahşisine, en zalimine izin vermiş. Bütün oteller devlete ait. Çalışanlar devlet memuru. Aldıkları maaş yaklaşık aylık 20 dolar.
Erdoğan’ın ileri demokrasisi öyle mi? Yumuşak, pembeleşmiş, kulak memesi kıvamına gelmiş bir kapitalizm. Bütün her şey biz zenginlere ait. Çalışanlar da çok sadık. Aldıkları maaş 693 lira. Bunun 600’ü kira, 90’ı yol parası… Kaldı mı 3 lira? Çevir şimdi dolara? Tabii benim de bu konuda eleştirdiğim noktalar var. Ama Küba’da kira derdi yokmuş, yemek derdi yokmuş, elektrik-su parası yokmuş ıyyyy tam bir vahşet… Kan emici bir düzen… Rasim de öyle düşünüyor. Faşistlerin astığı Deniz Gezmiş’in faşist olduğunu tespit etmeyi başaran Rasimcik, Küba’daki bu zalim kapitalizmi de çabucak fark edebiliyor. Elbette benim Rasim’i eleştirdiğim noktalar da var ama o konuya burada girmeyelim.
Bazı devlet seçkinleri ve yakınları 'daha eşit'. O ufacık komünist politbüro elitinin keyfi yerinde. Bu manzara karşısında insanın isyan etmemesi imkansız.
Mesela ben, Erdoğan’ın oğlunun gemiciğini daha geçenlerde ziyaret eden birisi olarak bu eşitsizliği anlayamadım. Komünist Politbüro ufacık… Halbuki gemicik öyle mi? Bu ‘cık’ ve ‘cuk’ eklerine olan takıntım da Nazlı’dan kaldı. O da BirGüncükten sonra böyle olmuştu.
Neyse Küba’ya dönelim… Türkiye’de görmediğim bu eşitsizlik beni isyanın eşiğine getirdi. İsyanımı tatil köyündeki çalışanların suratına Ak Parti amblemli yelpazemle vurarak ortaya çıkarmayı tercih ettim. Rasim’e kalsa Küba dağlarının burçlarına şanlı partimizin bayrağını dikecekti. Onun o demokrasi aşığı ruhunu törpüledim. Çünkü dağlarda hâlâ daha katil Che’nin dolaştığına dair gaipten sesler duyuyorum. Ölmemiş olabileceği, hakkında söylediğim objektif değerlendirmeleri duymuş olabileceği beni ürkütüyor. Ülkesini işgalden kurtarırken adam öldürecek kadar vahşileşen bir halk ordusu komutanı, rüyalarıma giriyor. Bir türlü kurtulamıyorum bu karabasandan… Ay adam tam bir katil ayol. Savaşmış utanmadan… Böyle yedi başlı bir canavar neyse ki Sam amcanın kucağında mutlu mesut yaşayan bizlerin ülkesinde yok.
Turistlerin bıraktığı en basit bahşiş bile Kübalılar için çok büyük para. Bu da tabii o paraya ulaşmak için her türlü yolun kapısını açıyor... 5 dolar bahşiş alabilmek için her şeyi yapabilecek bir insan malzemesi oluşturmuş buradaki 'komünist kapitalizm'!
Her şeyi yapabiliyorlar gerçekten… Ben denedim. Nazlı’ya da telefonda aktardım. Bakın, misal sayın Bakan Şahin buraya gelse çok rahat eder. Takla mı istedin? Ver beş doları taklanın kralını gör. Bizimkilerin beleş taklası o kadar iyi değil. Bence Bakan’ın sorunu halka takla attırmasında değil, takladan sonra para vermemesinde. Ben parası neyse veririm.
Küba’daki sisteme ben “komünist kapitalizm” diyorum. Ben uydurdum bunu, şimdi uydurdum bak, şu anda… Çok orijinal değil mi? Türkiye’ye de uyarlayayım ben bunu… “Şeriatçı çağdaşlık” gibi mesela… Ay ne hoş oldu, içim bir tuhaf oldu… Bunu duyunca AK Parti etüt merkezlerindeki badem bıyıklı talebelerimin bıyıkları gürleşecek. Tabii benim de eleştirdiğim noktaları var.
Küba’daki bu manzara karşısında insan çok utanıyor...
Yer yarılıyor da içine giriyor insan ayol… Gelişmiş ülkelerde işsizlik rekor kırarken Küba’da bu oranın yüzde ikilerde olmasından mesela çok utanıyor insan. Türkiye'de 600 kişiye bir doktor düşerken, Küba'da bu sayının 150 olmasından hicap duyuyor. Küba’da okuma yazma bilmeyen hiç kimsenin olmamasından, herkesin doğal ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanmasından, ortalama yaşam süresinin yaklaşık 76 yıl olmasından… Utanıyoruz Tayyip reis!
Umutlanacak hiçbir şey yok bu ülkede! Tek umut kaynağı sistemin yıkılması olabilir...
Tek umudum sistemin yıkılmasında. Her şeyin yeniden paralı olmasında, Ülkenin ABD’nin bir sömürgesi hatta taşeronu haline gelmesinde. Etnik çatışmalar belirmesinde, devletin halkını bombalamasında… Tek umudum bu gerçekten. İçimdeki fırtınaları dindiremediğimden Tayyip Bey’i aradım. ‘Küba baharı’nın başlaması için Rasim’in kendini yakmasını bile önerdim. Sonra ivedilikle CIA desteğiyle Özgür Küba Ordusu’nun kurulup Katil Che’nin adamlarının hemen hizaya getirilmesini istedim. Havana’ya cemaat okullarının açılmasını ve genç Kübalılara “Çile bülbülüm” şarkısını öğretecek o büyük hizmetin artık başlamasını talep ettim.
Tabii benim de ‘hizmet’i eleştirdiğim noktalar var. Mesela yabancı veletlere “Çile bülbülüm” şarkısı yerine Tarkan’dan “Gel gel gel güzelim, Gel hiç acımayacak” şarkısının öğretilmesinin büyük Türkiye vizyonumuza daha uygun düşeceğini düşünüyorum.
Öyleyse şarkının gerisi benden, şanlı hükümetimize gelsin:
“Yalvarmak mı gerekiyor?
Diz çökmek mi gerekiyor?
Sen iste ben bekliyorum
Listeme de ekliyorum…”
(BirGün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder