1 Aralık 2012 Cumartesi

İLK DEVRİMCİ ÖĞRETMEN

‘‘Dikenlerin arasından çıkıp gelen bir yazarım ben, yüzyıllarca karanlıklarda bırakılmış köylerin birinden, Akçaköy'denim. Ailem yoksuldu. Kır bayır kırk iki dönüm toprağımız vardı... Annem babam okuma yazma bilmiyordu. Köyümüze geçten de geç tek açılan ilkokul yalnız üç sınıftı. Evimizde tek bir kitap yoktu. Cumhuriyet beni götürdü, açtığı Köy Enstitüsü'nde eğitti. Öğretmen yaptı elime kalem verdi, yurdun yazarları arasına kattı. Şimdi düşünüyorum, yoksulluktan geliyorum" Diyerek yola çıktı Fakir Baykurt. Baş koyduğu yolda ne geldiği yeri unuttu, ne de gideceği yeri. Asıl adı Tahir’di. Kendisinin de dediği gibi Burdur’a bağlı Akçaköy’de dünyaya gelmiş yoksul bir ailenin çocuğuydu. Ama umut ve kararlılık onu diğerlerinden farklı kılandı. Umutluydu; çünkü bir öğretmendi. Kararlıydı; çünkü bir devrimciydi. ''Beş yıl okuyup öğretmen olacağım. İçimde iri gövdeli aslanlar dolaşıyor. He-heeey! Yeleleri savrulu aslanlar. Öğretmen olacağım '' Ve dediğini yaptı Fakir Baykurt. Öğretmen oldu. İçinde yürüyen o iri gövdeli aslanlar, şimdi devrim yolunda yürüyen aslan yürekli adamlara dönüşmüştü. Bir adam ki; halkın, köylünün, toprağın, doğunun, ta Almanya’daki Türk işçilerinin, sömürülenlerin, ezilenlerin onurlu sesi... Bir adam ki; yurttaşlarına, yoldaşlarına sanatıyla adeta bir köprü, öyle bir köprü ki; ne bendini aşan suların yıkabildiği ne de zamanın yok edebildiği.. Romanlardan, şiirlerden; mısra mısra,satır satır örülmüş bir köprü. Yazarak örülmüş bir köprü. "Sanatta devrimci tavır, hayatı değiştirme tavrıdır. Kitaplarımız, bize ün sağlamak ya da kalıcı olmaktan önce, toplumu bu yönde etkilemek içindir. Hayatı değiştirme amacına yönelmemiş bir sanat, insanın bilinçlenmesine ve birleşmesine yardım edemez. Bakıyorum, bazı arkadaşlar, kendini asan kızların öyküsünü yazıyorlar. Kızı, istemediği birine vermiş oluyorlar. Kurtulamayınca asıyor o da kendini. Eski öykülerde böyleydi ve hep böyle gidiyor. Bence bu, sanatta devrimci tavır olamaz. Bir ulusun da bu kızlar gibi davrandığını düşünelim, ne olur sonuç? Böyle olsak, biz Ulusal Kurtuluş Savaşı'na giremezdik. Vietnam halkı saldırgan Amerika'ya direnemezdi." Bir öğretmendi tüm bunları yazan, düşünen, yapan. Köy enstitüsü mezunu, hayatını mesleğine ve inandığı düşüncelere adamış bir öğretmen, ki sadece inanmakla, öğretmekle yetinmemiş bir öğretmen. Mesela Türkiye’deki ilk memur sendikasını kurandı bu öğretmen. Türkiye Öğretmenler Sendikası ve daha nice ilkler, nice buraya sığmayacaklar ya da hakkında bilinmeyenler… 

Peki ya bizler? Genç eğitimciler? Bizim için tek dert atanmak mı? Ya da atandıktan sonra maaşımızın veya tatilimizin yetersizliği mi? Öyleyse bizim farkımız nerede? Peki ya Tahir hocamız da böyle düşünseydi. Öğretmen olup yoksul köyünden kurtulduktan sonra ‘salla başı al maaşı’ düşüncesiyle emekliliğini bekleseydi. Ya da 'benimle mi kurtulacak memleket' deyip kitaplardaki basmakalıp bilgileri, bir sınıf dolusu öğrenciye anlatmak olsaydı tek derdi. İşte o zaman, öğrencileri bir kaç sınıftan, öğrettikleri kitaplardan ibaret olurdu. Şimdi Fakir Baykurt yok; fakat onun öğrencileri var, hem de bir sınıftan daha çok. Köy enstitüleri yok fakat bu düşüncede bu inançta öğretmenler var. Yani umut var. Yani kararlılık var. Peki sen var mısın?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder