25 Temmuz 2012 Çarşamba

DEĞNEK, TÜRKİYE, SURİYE, SAVAŞ VE KAN...

İlk olarak savaş, kan ve insanların ölümü ne olursa olsun ve kim yaparsa yapsın kötüdür. Böyle başlamamızın nedeni değineceğimiz konunun hassasiyeti ve konunu açılmasıyla başlayan manipülasyonlardır. Konumuz Suriye'de yaşananlar. 

Geçtiğimiz sene başlayan ve etkisini bu sene de sürdüren 'bahar' fırtınası son olarak Suriye'yi vurdu hatırlayacağınız gibi. Bütünlüklü bir projenin parçası olduğu aşikar olan Suriye'de yaşananları anlamlandırabilmek için biraz daha gerilere giderek, fırtınanın başlangıcına kısa bir göz atmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Arap Baharı denilen süreç Tunus halkının, yıllardır ülkeyi yöneten diktatörü hedef alan protestoları ile başladı. Tunus'ta yaşanan protestolar sendikalar ve sol güçlerin etkinliği ile şimdiye kadar gerçekleşen tüm isyanlardan farklı bir yerde duruyordu. Bu farklılık kendini diktatörü iktidardan uzaklaştırana kadar da sürdü. Fakat iş yeni yönetimi belirleme noktasına geldiğinde, emperyalizm tüm bağıntılarını devreye sokarak istediğini yaptırmak için hamlelerini geliştirdi ve nitekim başarılıda oldu. Seçimler ile başa gelenler AKP'yi rol model olarak benimseyen ılımlı İslamcılar oldu. Mısır'da gerçekleşen isyan ise ilk etapta ki ilerici niteliğine rağmen sonuç olarak Müslüman Kardeşler adlı ılımlı İslamcı yapılanmanın denetimine, dolayısıyla da emperyalizmin denetimine girdi. Sonuç olarak yine bir ılımlı İslamcı ve AKP'yi model alan iktidar yapısı kuruldu. Gerçi şuan ordu ve yargı ile Müslüman kardeşlerin arası pek iyi değil. Bunun nedeni ise, eski model iktidar yapısının özelliklerini içinde barındıran bu kurumlarla, yeni iktidar modelini temsil eden Müslüman kardeşler arasında bir doku uyuşmazlığı. Fakat AKP ve Türkiye'den de bildiğimiz üzere bu sorunlar emperyalizmin çıkarları doğrultusunda zamanla noktalanmakta. 

Bu süreçte saydığımız ülkeler dışında ülkelerde de (Yemen gibi) kimi değişiklikler oldu. Fakat biraz daha sağlıklı ve bir bütün olarak sürece bakabilmeyi amaçladığımızdan, bütün içerisinde ki ana köşelere bakmayı yararlı görüyoruz. Buradan hareketle diğer bir köşe taşı Libya'ya geçelim. Libya demografik yapısı itibari ile biraz daha diğer ülkelerden ayrılır bir durumda gibi duruyor. Bunun nedeni ülkenin bir uluslaşma süreci yaşamamış olması ve hala daha kabile kurumlarının gündelik yaşamda etkili olması. Doğal olarak ülkenin bu yapısı da yaşanan olaylarda ana belirleyen oldu. Libya 'Arap Bahar'ı açısından tam bir dönün noktası oldu diyebiliriz. Çünkü bu evreyle artık emperyalizmin bu hareketleri tam anlamıyla ele geçirdiğini ve istediği gibi şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Libya'da oynanmaya konan plan kabile ayrımları kullanılarak çıkartılan bir iç savaştı. Nitekim ilk başladığı günden itibaren emperyalist ülkeler doğrudan yaşananlara müdahil oldular. Bunun sonucunda da Kaddafi iktidarı yerini yine emperyalizm menşeli bir iktidar yapısına bıraktı. 

Bu aşamadan sonra emperyalizmin bütün istek ve taktikleri ortaya çıkmış durumda. Bu nedenle de Suriye'de yaşanan duruma müdahaleleri gecikti. Tabi bunda Çin ve Rusya'nın da payı var. Aslında tüm bu yaşananlar emperyalizmin bölgeye dair planlarını anlamak için bir imkan veriyor. Süreç boyunca AKP'nin izlediği politikalar ve iktidara gelen her ılımlı İslamcı yapının AKP'yi rol model alması, dahası adlarını bile Adalet ve Kalkınma Partisi koyması bir noktaya işaret ediyor. Bu nokta ise emperyalizmin bölge için yeni planını görmemizi sağlıyor; emperyalizm ile barışık, dini-imanı piyasa olan ve aynı zamanda din olgusunu kitleleri uyutmak için çok iyi kullanan ılımlı İslamcı iktidarlar kuşağı. İktidara getirilen partilerden tutunda desteklenenine kadar hepsi bu özellikleri taşıyor. Yani bölge için emperyalizm daha fazla gericilik, daha fazla yağma, daha fazla yoksulluk ve daha fazla AKP öngörüyor. Bu tespiti yaptıktan sonra şu noktanın da altını çizmek gerekiyor; AKP bu planlamalar içinde emperyalizm için kilit rolde. İlk olarak piyasayla hiçbir sorunu yok, ikinci olarak emperyalizmin güdümünden çıkmıyor, üçüncü olarak AKP 10 yılda her türlü sistem içi muhalefeti bastırmayı başardı ve kısmen de olsa iç tarafta eli rahat, dördüncü olarak İslami bir parti ve Türkiye'nin bu cenahta ağırlığı mevcut, beşinci ve son olarak bir plan çerçevesinde ABD'nin istediği doğrultuda sözde bağımsız bir dış politika çiziyor. İsrail ile Davos'ta yaşanalar, Mavi Marmara baskını olayı, batılı ülkelere çıkışlar vs... Tabi bunların ABD'nin işene yaradığını ve Türkiye'yi bölgede daha rahat kullanabilmek adına ABD'nin de onayladığını yalnız biz değil CIA'nın eski Türkiye Şefi Graham Fuller'de söylüyor. 

Elbette Suriye'de yaşananlarda bu nedenlerle ve Libya modeline uygun başladı. Karşılıklı gösteriler ve ardından da kesintisiz, kanlı bir iç savaş. Beşar Esad'ın haklı olduğunu ve ya iyi olduğunu söylemek mümkün değil. Ama muhaliflerinde Beşar Esad'dan iyi olduğunuda söyleyemeyiz. Üstelik Suriye üstüne tüm bildiklerimiz batılı ve batı yanlısı medyanın dezenformasyonu nedeniyle güvenilir de değil. Öte yandan Suriye'de ortaya konulan taktikler 'mezhep savaşı' gibi bir sonucu da doğura bilecek cinsten. Nitekim Müslüman Kardeşlerin 'Alevilere Ölüm' minvalinde ki açıklamaları mevcut. 

Öte yandan Suriye'de Esad'ın direne bilmesini sağlayan önemli unsurlarda var. Muhalifler olarak adlandırılan grup dağınık ve en önemli direniş odağı görünen Kürtler şuan desteklemiyor bu hareketi. Tabi bu durumu değiştirmeye yönelik çabalar var. Bir basşk nedense daha mezhepsel bir temelde ayrışma yaşandığı için Esad, Kaddafi’ya oranla daha geniş destek sağlamış durumda. Uluslararası arenada ise özellikle Çin, İran ve Rusya'nın hala Esad'ı desteklemesi hem dış müdahaleyi engelliyor, hem de Esad'ı ayakta tutuyor. Esad'ı güçlendiren bu nedenlerle birlikte yukarıda AKP'yi öne çıkaran nedenler birleşince Suriye'ye müdahale konusunda Türkiye'nin öne çıkarılmasının nedeni anlaşılıyor. Emperyalizm İslam alemi içinden bir ülkenin işlerini kolaylaştıracağını düşünüyor ve bu ülkede mevcut durumunun yanında üzerine yapılan planlarla sadece Türkiye. Bu nedenle bölgede yapılacak operasyonlar Türkiye eliyle meşrulaştırılmaya ve tepkiler azaltılmaya çalışılıyor. Türkiye ise emperyalizmin değneği olurken, Neo-Osmanlı düşüncesiyle de kendini gazlıyor. 

Bu güne kadar Türkiye'nin izlediği Suriye politikası verilen görevi yapmaya ne kadar istekli olduğunu gösteriyor. Suriyeli muhalifleri askeri eğitime tabi tutma, mühimmat sağlama, emperyalist bir müdahaleyi her seferinde davet etme... Bunları yaparken iç tarafta da savaşa hayır diyen herkesin Baasçı olarak ilan edilmesi. Ne ölecek insanlar, ne de kardeş halkları karşı karşıya getirecek olmak önem arz etmiyor. Tabi bu tip davranışların sonuçları da olacağı kesin. Suriye'de gerçekleştirilecek operasyonun amaçlarından birinin İran'ı bölgede tek bırakmak olduğunu düşünürsek, Türkiye'nin Suriye'ye karşı yapacağı herhangi bir hareket risk arz edebilir. Böyle bir durum Türkiye ile İran'ı karşı karşıya getirebilir. Buna ek olarak Rusya'da kısmen kendi coğrafyasında böyle bir hamleyi hoş karşılamayacağından, Türkiye için başka bir sorunda Rusya tarafında ortaya çıkabilir. 

Sonuç olarak Orta Doğu coğrafyasında oynanan kirli oyunlar yine masumların hayatını kaybetmesine neden oluyor. Kimileri gaza gelse de Türkiye'nin rolü geçmişte olduğundan faklılaşmıyor. Tabi tüm bu olayların bir de insani boyutu var ki o daha da vahim. Kimileri savaş tamtamlarını çalarken ne yaptıklarını düşünmüyor. Çünkü savaş isteyenler değil, bu toprakların gençleri ve masumlar yaşamlarını kaybediyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder