21 Temmuz 2012 Cumartesi

UNUTULUP GİDER Mİ SANIYORSUNUZ?

‘Öyle mi sanıyorsunuz? Unutulup gider mi sanıyorsunuz? Göreceksiniz! Kimsesiz sandığınız insanların arkasındaki on binleri göreceksiniz. Şimdi kendinizi alkışlattığınız okullarda, marifetlerinizin "işte 12 Eylül, İşte Faşizm" diye okutulduğunu da, göreceksiniz!’ diyordu 12 eylül yargılamalarının1 numaralı sanığı. Sanık sandalyesinden kendini yargılamaya çalışanları yargılıyordu. Bu sözlerde hem ONları savunuyor, hem 12 eylülü yargılıyordu. 


Unutmamızı istiyorlardı. İsyanı unutmalıydık, düşünmeyi, dayanışmayı ve hatta uğruna canını verecek kadar sadık arkadaş olmayı… Olmadı başaramadılar unutturamadılar. Her gün bilincimizde yenilenen ve gelişen isyanı, düşünceleri yok edemediler. Dahası her gün bilincimizde direnen ONları yok edemediler. Oysa ne çok istediler başarmayı,bizim itaatkar olmamızı, milliyetçi ve dindar olmamızı… Hala da deniyorlar, dindar nesil falan filan… Ama olmuyor, her baharda ONlar yeniden çiçek açıyor. Onlar öldüler belki, ama yaktıkları ateş hala yanıyor. Umut kırk yıldır dimdik ayakta ve direniyor, her gün büyüyor, güçleniyor. Ve nice Mahirler, Sabolar, Ömerler dünyaya geliyor, büyüyor ve mücadele ediyor. 40 yıl önce ONları bir köy evinde Kızıldere’de kıstırdıklarında ne çok sevinmişti egemenler. Yok edeceklerdi, öldüreceklerdi onları ve bu iş burada bitecekti. Bir daha isimleri dahi anılmayacaktı, duyulmayacaktı. Ama gördüler olmadı. Birkaç yıl sonra Devrimci Gençler yine ayaktaydı. Yine köylerde, mahallelerde, üniversite ve liselerde halkla omuz omuzaydı. 12 Eylül kara bir kış gibi çökerken ülkeye, yine gülüyorlardı. Oldu, bu sefer oldu diyorlardı. Ama bu günün Devrimci Gençleri yine gösterdiler. Bir çiçeği öldürebilirsiniz ama baharı asla demekteler ve isyanları, umutları ile baharı büyütmekteler… 

Bundan tam kırk yıl önce Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru ve Ertuğrul Kürkçü Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Yanlarında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için rehin aldıkları iki İngiliz radar teknisyeni bulunuyordu. ONlar her şeyi göze almışlardı. Ya idamları durduracaklardı, ya bu uğurda arkadaşları için canlarını seve seve vereceklerdi. Ama kuşatanların müzakere gibi bir amacı yoktu. Tanklarla, toplarla ve makineli tüfeklerle çevirmişlerdi o kerpiç evin etrafını. Ateşe başladılar, ilk mahir düştü sonra birer birer diğerleri. Direniş ateşi kesildikten sonra eve girdiler yaralılar vardı, hepsini baştan aşağı tekrar taradılar. Yaralı olanları dahi orda öldürdüler. Yaşamalarını istemiyorlardı çünkü ONların. Bu katliamdan şans eseri bir tek Ertuğrul Kürkçü kurtuldu. Geri kalanlar yani ONLAR Kızıldere’nin kan çiçekleri oldu. Direnişin, umudun ve yoldaşın simgesi oldular. Yarından bu güne miras oldular. Kırk yıl öteden ONlara sesleniyoruz yine; 


Sizler özgürlüğün, en doyumsuz tohumları gibi düştünüz toprağa… 

Bire bin verdi başaklarınız. 
Kaldırın yattığınız yerden başlarınızı! 
Bakın, bıraktığınız yoldan yürüyor yoldaşlarınız…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder